kitabın kapağını daha demin kapatmış, okuduklarımı sindirmeye çalışırken hemen bir iki şey yazayım. evet bugüne kadar asla okumadım bu kitabı ve sabahattin ali’yi de ilk defa okuyorum. okumayan bir avuç insan kalmıştır sanırım, bu sebeple kesinlike okumalısınız diye anlamsız bir öneri yapmayayım hiç.
kendimi bildim bileli türk edebiyatı ile pek barışık biri olamadım ne yazık ki… bu kitaba elim hep gitse de herkesin elinde görmem uzaklaştırdı hep… popüler şeylerden kaçıyorum maalesef…
ama bu kitap… harika bir şeydi. neden bugüne kadar okumadım ya da iyi ki okumadım da tam şu anki ben olarak, şimdiki duygu ve düşüncelerimle okuma fırsatı yakalayabildim.
sabahattin ali’yi anlatmak, yazı dilinden bahsetmek bana düşmez sanırım ama yine de kısaca belirteyim: anlaşılır bir dil ve su gibi akıp giden uzun hikaye veya roman. konuya girmeyeceğim çünkü kitaptaki her şeyi anlatabilirim öyle. şunu söyleyeyim ki sayfa 145 ve sonrası beni gerçek anlamda ağlattı. raif efendi’nin sıkışıp kaldığı ve ne yaparsa yapsın kurtulamayacağı o duygular… başka birini seviyor ve özlüyor ama başka başka insanlarla yaşıyor. hayatı boyunca tanıdığı ve sevdiği tek insanla, onu da gerçekten tanıyan ve seven o insanla olmak varken kendisini anlamayan bilmeyen insanlar içindeki yalnızlığının yarattığı tarifsiz ve asla giderilemeyecek çaresizlik hissi… evet raif efendi, her şey daha farklı olabilirdi. bu böyle olmayabilirdi!
bu akşam anladım ki, bir insan diğer bir insana bazen hayata bağlandığından çok daha kuvvetli bağlarla sarılabilirmiş. gene bu akşam anladım ki, onu kaybettikten sonra, ben dünyada ancak kof bir ceviz tanesi gibi yuvarlanıp sürüklenebilirim.
kendimi bildim bileli, bütün günlerimi, haberim olmadan ve nefsime itiraf etmeden, bir insanı aramakla geçirmiş ve bu yüzden bütün diğer insanlardan kaçmıştım.
yol aramıyorum gündüzün şehrine
kuşku yok ki bir mezarın derinliklerinde uykudayım cevherim var fakat onu korkudan
gönlümün bataklıklarında saklamaktayım
“böylece kırılan bir düş haline dönüştüğümü görüyorum. evet, bizzat kendim bir düş kırıklığıyım, kırık bir rüyayım ben. ve hepimiz öyleyiz.”
we are such stuff as dreams are made on.*
kitabın içerisinde 20 tane öykü var. kısa kısa hikayelerden oluşuyor. insanların arzu, nefret, pişmanlık, özlem gibi duygularını çok iyi aktarmış bence yazar. dili falan da baya iyi, sıkılmadan okunuyor öyküler. biraz melisa kesmez tarzı sanırım, onu sevenler bu kitabı da beğenir. bir arkadaşım çok abartmıştı bu kitabı, sevmişti baya ama ben ayılıp bayılamadım yani. kesmez okurken de çok vay canına olmamıştım. tanımadığım insanların hayatlarına pat diye dalmak, bir kişinin duygularını sadece anlık olarak bir kaç saniyeliğine hissetmek bana yetmiyor, onunla bağ kuramadan hop diğer hikayeye geçmek çok yüzeysel benim için. tek bir kişiyi daha derin bir şekilde okumayı tercih ederim yani… ama yine de fena değildi, eh işte.
Dokunma DersleriYalçın Tosun · Yapı Kredi Yayınları · 2018625 okunma
“en ufak bir şey için parmağını kıpırdatmaya halim yok ve giderek daha huysuz ve aksi oluyorum. her şeye ağlıyorum, sürekli ağlıyorum. tabii ki john ya da bir başkasının yanında değil, yalnızken ağlıyorum.”