kışın daha da yalnız oluruz.
yazın ben kendimi hiç yalnız hissetmem.
onun sayesinde.
o hep yanımdadır.
kimseye görünmeden bana hep eşlik eder.
yanımdan hiç ayrılmaz.
yürürken yanımdadır, koşarken yanımdadır, ben durunca o da durur.
bir kötü özelliği var ne yazık ki, gölgem konuşamıyor.
kentin gözleri kapandığında,
uykudan uyanır düşlerimiz,
bir dünya ötekini kovar,
bir dünya ötekinin mirasına konar
kendi gürültülerini
kendi ışıklarını getirir
“sinema neden aşk haline gelir biliyor musun?”dedi adam, “çünkü o da tıpkı aşk gibi, insan gözünün aldanışı üzerine kurulmuştur. hayal olduğunu bildiğin perdeye inanırsın bütün kalbinle… insan öncelikle bir aldanışa aşık olur, sonra o aldanıştan bir hakikat yaratmaya çalışır hayatına… bazı filmler çabuk biter.”
yan yana yürümeyelim diye dar yapılmıştı kaldırımlar
ve yan yana yürümeyelim diye dar kafalıydı insanlar
ve bu yüzden düşünmeyi bırakıp sevmeyi denedik,
sarılırsak yanarız deyip aşkı hep uzaktan sevdik…
ah, sadece binaların mı inşa edildiğini düşünüyorsunuz? ben de siz de bir sürü başka şey inşa ediyoruz, biçimlendiriyoruz. ve inşaatın çimentosu arzularınız olurken, inşaat sonuna kadar hislerinizi oluşturan malzemeler parça parça ufalanıyor ve dağılıyor. o halde hislerinize ve arzularınıza bu kadar sarsılmaz biçimde bağlılığınız ve onlara göre yol almanız neden? hadi bocalamayı bırakın, yeter. gerçekliğimizle vedalaşma zamanı geldi. kendi hayalimizden ve hayallerimizden başka bir şey olmadığını anlama zamanı geldi.
bir başkasının onu nasıl sevebildiğini, sevmeye nasıl hakkı olduğunu bazen anlamıyorum, çünkü onu yalnızca ben o kadar yürekten ve o kadar fazla seviyorum ki, ondan başka ne bir şey tanıyor, ne bir şey biliyorum; ondan başka da bir şeyim yok zaten!
dünyada beyinlerini tüketerek yaşamaya mahkum zavallı insanlar vardır, onlar hayattaki en cüzi gereksinimlerini bile omuriliklerinin ve beyinlerinin en kıymetli altınıyla öderler. bu insanlar için her gün acı yüklüdür ve sonra bir gün acı çekmekten usandıklarında…
how sad and how beautiful! he wanted to cry quietly, but not for himself: for the words, so beautiful and sad, like music. the bell, the bell, farewell.
artık kendimi hissetmiyordum; bu nefeslerin benim kendi nefeslerim mi, yoksa geminin uzakta çabalayan kalbinin mi olduğunu bilmiyordum; bu gece yarısı dünyasında dinmek bilmeyen bir hışırtı içinde akıyor, akıntıda kaybolup gidiyordum.