Savaş bir çok şeyi unutturur, sadece okuma yazmayı değil. Kendinizi bile unutursunuz. Onlar da unutmuşlardı işte. Nereli olduklarını, adlarını, nerede, ne zaman doğduklarını bilmiyorlardı. Onlar sadece savaş sonrası karmaşasıydılar, dediğim gibi, evsiz, anasız babasız ve birçoğu da kirli vicdanlarıyla yaşıyordu. Ayrıca hepimiz farklı yaştaydık, büyük küçük, hatta çocuk yaşta olanlar bile vardı. Aslında, artık hiç kimse çocuk değildi. Ne kadar çocukluğun özlemini çekseniz de çocuk olamazdınız.
Geçmişe ne kadar güçlü bir biçimde bağlı olduğumuzu hiç düşündünüz mü? Kendimizinkine olması da şart değil. Ayrıca bizim geçmişimiz nedir ki? Sınırları nerededir? Tanımlanmamış özlem gibidir ama neye özlem? Asla olmayan ama yine de geçmişte kalan bir şeye, değil mi? Geçmiş sadece bizim hayal gücümüzdür ve hayal gücünün hem özleme gereksinimi vardır hem de ondan beslenir. Geçmişin, beyfendiciğim, insanlar aksini düşünse de, zamanla bir ilgisi yoktur. Üstelik zaman nedir ki? Zaman gibi bir şey takvimlerin ve saatlerin dışında mevcut mudur? Biz kendimizi tüketiriz. İşte hepsi bundan ibaret. Etrafımızdaki her şey gibi.
"...Hep hizmetçim olsun, çocuğumu doğurduğumda da dadı tutabileyim diye hayal etmiştim. Kocam henüz kocam değilken öyle söz vermişti. Aptala söz vermek kolay. Sonra, durumumuz uygun değil dendi."