Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Devrim Yıldız

Devrim Yıldız
@xnihilumx
Sıkı Okur
İnsanlara öldüresiye bakıyorum. Bir bomba atıp bütün mahalleyi havaya uçurabilsem yapardım. Onları havaya uçarken görsem mutlu olurum; parçalanmış, çığlık çığlığa, yok olurken. Bütün dünyayı imha etmek istiyorum. Bu dünyanın bir parçası değilim ben. Baştan sona, çılgınlık, bütün bu oyun. Kurtçuk kaynayan bayat bir peynir parçası. Canı cehenneme! Uçur havaya! Öldür, öldür, öldür, hepsini öldür. Yahudi, Hıristiyan, genç, yaşlı, iyi, kötü...
Reklam
Şimdi bütün berraklığıyla idrak ediyorum; dünyada bir başınasın! Yalnızsın... Yalnız... Yalnız. Acı bir şey yalnız olmak... Acı, acı, acı, acı. Sonu yok, akla hayale sığmıyor ve dünyadaki her insanın yazgısı böyle, ama özellikle benim... özellikle benim. Dönüşüm yine. Her şey yalpalayıp yan yatıyor. Düşteyim tekrar; sınırın öte tarafına dair o sancılı, taşkın, haz verici, çılgın düşte. Boş arsanın ortasında duruyorum, fakat evimi göremiyorum. Evim yok. Düş bir seraptı. O boş arsanın ortasında hiçbir zaman bir ev olmamıştı. O eve bu yüzden giremiyordum. Evim bu dünyada değil, ötekinde de değil. Evsiz, dostsuz, eşsiz bir adamım. Henüz var olmayan bir gerçekliğe ait bir canavarım.
Bildiğim dünya yok artık; öldü , bitti, temizlendi. Beni ben yapan her şey de beraberinde yok olup gitti. Yeni bir hayat aşısı almakta olan bir cesedim ben. Berrak ve parlağım, yeni keşiflerle kudurmuşum, fakat özüm hâlâ ağır, hâlâ kirli.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Gece gündüz sadece onu düşündüm, yıllarca ve sonra, farkına bile varmadan, aklımdan çıkıverdi, cepteki delikten düşüveren bir metelik gibi, inanılmaz, iğrenç, çılgınca. Oysa bütün yapmam gereken benimle evlenmesini istemekti – o kadar. Bunu yapmış olsaydım anında kabul ederdi. Beni seviyordu, çılgınca seviyordu beni. Şimdi son görüşmemizde bana nasıl baktığını hatırlıyorum. O gece herkesi ardımda bırakıp yeni bir hayata başlamak üzere Kaliforniya’ya gideceğim için ona veda ediyordum. Aslında yeni bir hayata başlamayı falan düşünmüyordum, Niyetim ona evlenme teklif etmekti, fakat salak gibi uydurduğum hikâye dudaklarımdan o denli doğal biçimde dökülmüştü ki kendim de inanmıştım. Bu yüzden ona veda edip yürüdüm. Arkamda öylece durup beni seyrettiği sırada bakışlarının beni delip geçtiğini hissetmiştim. İçinde hüngür hüngür ağladığını duymuş, fakat robot gibi yürümeye devam etmiştim. Sonunda köşeyi dönmüştüm ve bu da her şeyin sonu olmuştu. Elveda! O kadar. Komadaymışım gibi. Ve aslında Bana gel, demek istemiştim. Bana gel çünkü artık sensiz yaşayamıyorum!
Beni Yahudi bir amcık peşinde buralara gelmeye iten nedir? Diyelim ki onu becerdim, sonra ne olacak? Öyle bir kızla ne konuşabilirim? Aslında istediğim sevgiyken sikiş neye yarayacak? Evet, birden kasırga gibi iniyor üstüme... Una, sevdiğim kız; bir zamanlar bu mahallede yaşayan, iri mavi gözlü , lepiska saçlı Una, Bakmanın bile beni titretmeye yettiği Una; öpmeye, hatta ellini tutmaya bile korktuğum Una. Una nerede? Evet, yakıcı soru bu aniden: Una nerede? İki saniye içinde bütün cesaretimi yitiriyorum. Kendimi tamamen yitik ve umutsuz hissediyor, koyu bir kedere kapılıyorum.
Reklam
Bir yaz gecesi ve her şey ardına kadar açık. Onunla buluşmak üzere trenle geri dönerken bütün geçmiş gözümün önünde bir çiçek dürbünü gibi açılıyor. Bu sefer kitabı evde bıraktım. Şimdi am peşindeyim, kitap falan yok aklımda.
Yıllardır bu sokaklarda yürümedim ve şimdi gettoda yaşayan bir Yahudi kızıyla yürüyerek geçiyorum buralardan, ağır bir aksanla konuşan harikulade bir Yahudi kızıyla. Yanında yürürken aykırı görünüyorum. İnsanların arkamızdan baktıklarını hissedebiliyorum. Davetsiz misafirim ben, mahalleye güzel ve sulu bir amcık kapmak için gelmiş Gâvur. Kız, öte yandan, beni tavlamış olmaktan gurur duyuyor, benimle arkadaşlarına hava atıyor sanki. Trenden kaldırdım bunu: eğitimli bir Gâvur, rafine bir Gâvur! Böyle düşündüğünü duyabiliyorum neredeyse.
Bu kitabı okumak bizim için bir tür ayin niteliği taşıyordu, özellikle Düzensizlik üzerine olan bölümü ; bu bölüm öyle içime işlemişti ki dünyaya bir kuyrukluyıldız çarpsa ve her şeyi baş aşağı çevirip ters yüz etse bile yeni düzeni göz açıp kapayıncaya kadar benimserdim. Ölümden korkmadığım gibi düzensizlikten de korkmam. Labirent benı̂m arka bahçem gibidir, ne kadar derinlere girersem yönümü o kadar iyi bulurum.
Benim için bir kitabı anlamak kitabın ortadan kaybolması, çiğ çiğ yendikten sonra sindirilip yeni bir ruh yaratılması ve dünyayı yeniden biçimlendirmek üzere bünyeye katılması demektir.
Öte yandan arkadaşlarım, kendileri için kazdıkları o küçük anlayış siperlerine daha çok gömüldüler. Dünyanın yararlı yurttaşları olma uğruna küçük anlayış yataklarında rahatça öldüler. Acıdım onlara, hem de anında. Birer birer terk ettim onları, hiçbir pişmanlık duymadan.
Reklam
Arkadaşlığın gerçek anlamını kavrayabilmek için insanın arkadaşlarından kopması gereken zamanlar vardır. Bunu söylemek biraz tuhaf kaçacak ama, bu kitabın keşi etrafımda bulunan ve benim için artık bir şey ifade etmeyen arkadaşlarımı yaralayabileceğim bir silahın, bir aygıtın keşinden farksızdı. Bu kitap dostum oldu çünkü bana arkadaşa ihtiyacım olmadığını öğretti. Bana tek başıma durma cesareti verdi, yalnızlığın kıymetini bilmemi sağladı. Kitabı hiçbir zaman anlamadım; anlamanın eşiğinde olduğumu hissettiğim zamanlar oldu, fakat hiçbir zaman anlamadım. Anlamamak daha önemliydi benim için. Elime kitabı alıp arkadaşlarıma yüksek sesle okumak, onları sorgulamak, onlara izah etmek hiç arkadaşım olmadığını, dünyada bir başıma olduğumu idrak etmemi sağladı. Çünkü ne benim ne de arkadaşlarımın sözcükleri anlamamasıyla bir şey açıkça ortaya konmuştu; anlamamanın farklı türleri vardı ve birinin anlamamasıyla diğerinin anlamaması arasındaki fark, anlama farklılığından bile daha sağlam bir zemin oluşturuyordu.
Maxie’ye soyunma kabininde kız kardeşinin kukusuna bakmak istediğimi söylememin üstünden henüz birkaç saat geçmişti ve kız şimdi kukusuna bana yaslamıştı; ıpıslaktı ve art arda püskürüyordu. Daha önce düzülmüş olsa bile gerektiği gibi düzülmediği kesindi. Bana gelince, antrenin döşemesinde, Maxie’nin burnunun dibinde, kız kardeşi Rita’nın özel, kutsal ve olağanüstü kukusunu pompalarken hiçbir zaman olmadığım kadar soğukkanlı ve bilimsel bir yaklaşım içindeydim.
Hava karardı, rüzgâr çıktı, sokaklar boşaldı ve sonunda bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başladı. Tanrım, bu beni bitirdi! Yağmur inmeye başladığında gökyüzüne bakarken damlalar yüzüme çarpınca birden mutluluktan böğürmeye başladım. Deli gibi gülüyordum. Neye güldüğümü de bilmiyordum. Bir şey düşünmüyordum. Kendimi bütünüyle yalnız bulmanın mutluluğuyla çıldırmıştım. O anda bana bir tepsinin üzerinde güzel, sulu bir amcık sunulmuş olsaydı kılım bile kıpırdamazdı. Hiçbir amcığın bana vermeyeceği bir şeye sahiptim.
Düşünebildiği tek intikam şekli beni güvenli bölgenin epey dışına yüzmeye ikna edip iyice yorduktan sonra boğulmaya terk etmekti. Aklından ne geçirdiğini gayet iyi görebildiğim için on insan gücündeydim. Kız kardeşinin de bütün kadınlar gibi bir amcığı var diye boğulmaya hiç niyetim yoktu.
Ne zaman kumsala gitsek kız kardeşinin beklenmedik bir biçimde yanımıza geleceğini umuyordum. Fakat Maxie onu uzak tutmayı hep başardı. Bir gün soyunma kabininde soyunurken taşaklarını gösterip ne kadar sıkı oldukları hakkında böbürlendi ve ben de birdenbire, “Baksana, Maxie,” dedim, “taşakların çok güzel, endişe etmeyi gerektirecek bir durum yok, fakat Rita nerelerde bunca zamandır, neden bir gün onu da getirip kukusuna bakmama izin vermiyorsun… Evet, kuku, ne demek istediğimi anlamışsındır.” Odessalı bir Yahudi olan Maxie kuku sözcüğünü ilk kez duyuyordu. Söylediklerim onu şoke etmiş, yine de bu yeni sözcük ilgisini çekmişti.
2.593 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.