Yağmur Akdoğan

Aslına bakarsanız “sokak nörolojisinin” saygıdeğer bir öncüsü vardır. James Parkinson, Londra sokaklarının iflah olmaz bir gezginiydi, tıpkı ondan kırk yıl sonraki Charles Dickens gibi. Parkinson, ismini taşıyan hastalığı muayenehanesinde otururken değil de kalabalık Londra sokaklarında tanımış ve tarif etmişti. Nitekim Parkinson hastalığı sadece klinikte kalınarak hakkıyla ne gözlemlenebilir ne de kavranabilir; kendine has özelliklerinin büsbütün gün ışığına çıkması için karmaşık bir etkileşimin yaşanacağı açık bir alana ihtiyaç vardır. Parkinson hastalığı ancak hayatın içinde tam anlamıyla gözlemlenip kavranabilir.
Sayfa 141Kitabı okudu
Reklam
Başkalarının, başka insanların varlığı onu uyararak habire konuşmaya; bitmek bilmeyen kontrolsüz bir konuşmaya itiyor, onu kimlik aramaya ve oluşturmaya yönelik çılgınca bir çabaya zorluyor. Oysa bitkiler, sakin bir bahçe, insansız bir çevre ve sosyal baskının olmayışı onun bu kimlik hezeyanını hafifletip yatıştırıyor. Bu sakin, insandışı kendine yeterlik ve tamlık durumu (tüm insani kimlik ve ilişkilerin ötesinde), ender rastlanır bir sükunet içinde, doğayla sözsüz ve derin bir birliktelik kurmasını sağlıyor. Bu sayede dünyada olma, gerçek olma duygusu onarılıyor.
Sayfa 135Kitabı okudu
382 syf.
10/10 puan verdi
·
11 günde okudu
Vücudunuz Hayır Diyorsa
Vücudunuz Hayır DiyorsaGabor Mate
8.6/10 · 968 okunma

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Bir defasında bir terapistten şunları duymuştum: “Suçluluk ile kırgınlık hissetmek arasında bir seçim yapmanız gerektiğinde, her defasında suçluluğu seçin.” Bu bilgece tavsiyeyi o günden beri birçok insana aktardım. Bir şeyi reddetmek sizde suçluluk duygusu yaratırken, rıza göstermek ardında bir kırgınlık bırakacaksa, suçluluğu tercih edin. Kırgınlık ruhun intiharıdır.
Sayfa 337Kitabı okudu
Reklam
Kişinin, ilişki dinamikleri, suç ve bağlılık ihtiyaçları, başarı hırsı, patron korkusu veya sıkılma korkusu güdüsünde hareket ettiği sürece özerk olması mümkün değildir. Bunun sebebi basittir: Kişi herhangi bir şeyin güdüsünde olduğu müddetçe özerklik imkânsızdır. Rüzgârla savrulan bir yaprak misali, güdülenmiş insan da kendisinden daha güçlü kuvvetlerin kontrolü altındadır. Stresli yaşam biçimini kendisinin “seçmiş” olduğuna inansa ve hatta faaliyetlerinden keyif alıyor olsa dahi, özerk iradesi işlememektedir. Yaptığı seçimler görünmez bağlarla bir yerlere bağlıdır. Sadece kendi güdülenmişliğine karşı çıkamıyor bile olsa, halen hayır diyemeyen bir haldedir. Nihayetinde bu durumdan uyandığında, kafasını Pinokyovari bir şekilde sallayıp “Kuklayken ne salaktım,” der.
Sayfa 322Kitabı okudu
İyileşmek için, negatif düşünme kuvvetini toparlamak da önemli. Negatif düşünce, “gerçekliği” gizleyen kasvetli, karamsar bir bakış açısı değildir. Aksine, çalışmayan, işlemeyen şeyin ne olduğunu inceleyip ele alma iradesidir. Denge nerede bozulmuş? Neyi görmezden gelmişim? Bedenim neye hayır diyor? Bu sorular sorulmadan, dengemizi yitirmemize sebep olan stresler hep saklı kalacaktır.
Sayfa 321Kitabı okudu
Ah Gençlik! Ah çocukluk! Yaşarken kıymeti bilinmeyen sıradan anların uçuculuğu. Mutluluğu hep gelip omuza konacak şatafatlı ağır bir masal kuşu gibi hayal etme hatası. Yıllarca beklediği şeyin, içinden geçtiği hafif anlarda kanatlanmış minik basit sevinçlerden ibaret olduğunu insanın bu kadar geç anlaması.. Şimdi geçmişe dair anımsadığım her anın hamurunda bir çimdik saadet var. En buruk hatıralara bile sırf ait oldukları zamanın hatırına bahsedilmiş bir hasret bu. Dalgaların arasına batıp çıkan sıcak bir yaz günü hatırlıyorum mesela. Sırf beni terk etmemiş vefalı bir hatıra olması bile latif kılıyor onu gözümde. Ne güzel ne mutlu günmüş diyorum dönüp bakınca. Oysa o gün biri kulağıma eğilip şimdi mutlusun, ileride bugünü mutluluğa emsal hatırlayacaksın diye fısıldasa hayatta inanmazdım.
Bastırılmış öfke, bozuk bağışıklığa yol açar.
Kendimize ait olanı olmayandan ayırt etme yönündeki psikolojik kapasitemiz sakatlandığında, bu sakatlık fizyolojimize de yayılma eğilimi gösterir. Bastırılmış öfke, bozuk bağışıklığa yol açar. Duyguları etkili bir şekilde işleyip ifade edememek ve başkalarının ihtiyaçlarına hizmet etmeyi kendi ihtiyacını düşünmenin dahi önüne koyma eğilimi, kronik hastalık görülen insanlarda ortak davranış biçimleridir. Bu başa çıkma tarzları psikolojik düzeyde sınırlarda bulanıklaşmayı, kendine ait olan ile olmayan arasında bir karmaşayı temsil eder. Aynı karmaşa; hücreler, dokular ve vücudun organları seviyesinde de devam edecektir. Bu durumda bağışıklık sisteminin kafası kendine ait olanı başkasına ait olandan ayırt edemeyecek kadar karışır veya tehlikeye karşı savunma yapamayacak hale gelir.
Sayfa 238Kitabı okudu
Roy çocukluğunda anne-babasıyla kurduğu ilişki yüzünden, “geçmişte hep diğer insanların mutluluğunu kendi mutluluğumun önüne koydu[ğunu]” söylüyor. “Kendime saygım yerlerde sürünüyordu, bu sebeple ben de sosyal olarak başkalarını mutlu edersem onlar da beni kabul ederler diye düşündüm. Benim yapmamı istediklerini düşündüğüm şeyleri yaparak onları tatmin etmeye çalıştım.” “Nasıl yapıyordun bunu?” “Kendime veya başkalarına dürüst davranmayarak. Hep onların istedikleri yolda giderek veya kırıcı bir şey söylediklerinde bunu onlara açıkça ifade etmeyerek. Varsın öyle olsun, derdim.
Sayfa 164Kitabı okudu
Reklam
Mutsuz bir annenin çocuğu, annesine daha fazla yük olmamak için kendi sıkıntısını bastırarak annesini koruyup kollamaya çalışır. Kendi kendine yeten ve “muhtaç” olmayan bir rol üstlenecektir.
Sayfa 163Kitabı okudu
Hastalık çoğu zaman insanların kendilerini değişik bir açıdan görmelerine, hayatlarını nasıl yaşadıklarını yeniden değerlendirmelerine yol açar.
Dünyada kendinden daha fazla sevecek birine sahip olmak büyük nimetti kendini sevmeyi bilmeyenlere.
165 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.