I
O zamanlar gökyüzü biçilmiş buğday kokardı
Çiğnenmiş üzüm, mısır püskülü, bostan yaprağı
Toprak kokardı insan emeğiyle yoğrulmuş.
Rüzgâr serin sesli konuğuydu evlerin
Bulutlardan ağaçlardan saçlardan süzülen
Bir dirim duygusuyla doldururdu odaları
Yağmur ikinci adıydı akşamların
Günün yorgunluğu üzerine dökülen
Bir düş inceliğinde
Sigarasını küllüğe bastırdı. 'Nasıl kolayca söyleyiveriyor bunu. Sevmek! Kelimelere herkes kendine göre bir anlam, bir değer veriyor galiba. Bu değerler aynı olmadıkça iki kişi iki ayrı dil konuşuyorlarmış gibi olmuyor mu?'
Annem var olmuştu; bir şeyler oluyordu; hiçbir şey olamamıştı.
(Belirli biri üzerine yazılanlar kuşkusuz belirsizdir biraz, yine de yalnızca annemin belki de tuhaf, bir kerelik bir öyküde belki de bir kerelik oynadığı başrolü aşan genellemeler benim dışımda birini ilgilendirebilir, apansız son bulan değişken bir yaşam öyküsünün yalın bir yeniden anlatımı ise, aşırı bir beklenti olurdu. Ancak bu soyutlamalarla dilselleştirmelerdeki tehlike de, kendi başlarına buyruk olmaya duydukları eğilim kuşkusuz. Yola çıktıkları insanı bırakıp unutuyorlar çünkü sonra tümcelerle deyimlerin düşlerde görülen imgeler gibi zincirleme etkileşimi, bireysel bir yaşamın varlığını ancak yazma nedeni olarak sürdürebildiği bir yazın şöleni.
Bu iki tehlike -ilkin yalın yeniden anlatım ve sonra bireyin şiirsel tümcelerin ardında acı duymadan kayboluşu-, her tümceyle dengeyi yitirmekten korktuğum için yazmayı yavaşlatıyorlar. Evet, her yazınsal uğraş için geçerlidir bu, hele gerçek olguların uydurmaya yer bırakmayacak denli güçlü oldukları böylesi bir durumda. Başlangıçta olgulardan yola çıkıp onlara uygun dilselleştirmeler arıyordum bu yüzden. Ardından, dilselleştirmelerin peşinde, olgulardan uzaklaştığıını gördüm. Artık olguları bir yana bırakıp toplumun ortak dil dağarcığında elimin altında hazır bekleyen, dilsel biçimlerden yola çıkıyor, annemin yaşamında bunlara uyanları ele alıyordum; çünkü yaşamda hiçbir şey ifade etmeyen olayların arasında yayımlanmaya can atanlar, arama sonunda bulunmamış bir dilin, bir kamu dilinin içinden seçilip ayıklanabilir ancak. ...)
Düşünce Tarihi;
düşünürlerin zaman,mekan,dil ve kültür ögelerinden bağımsız matematiksel bir uzayda ürettikleri metinlerin yalın bir tahkiyesinden ibaret değildir.
Yaşam hakkını elinden alma tabiri,
Kalp atışlarını durdurmaktan
İbaret değildir dostum.
Beyaz kefene sarılı,
Toprağa gömülü ceset hiç değil kastım.
Kültürel, inançsal ve siyasal
Değerlerini kaybeden de ölmüştür!
Herkes yalın yazsın demiyorum. Ama kimilerine yalınlık yakışıyor. Kimilerinin de yalınlığa gereksinimi oluyor.
Zaten bugün konuştuğumuz Türkçe adamakıllı yalın bir dil.