Dünya mutluluğunu varlıkların paylaşımında gören budala kimdi? Bu devrimci hayalperestler bir toplumu yıkıp başka bir toplumu kurabilirlerdi, ama herkese eşit düzeyde pay vermekle insanlığın ne mutluluğunu arttırabilir ne de acısını azaltabilirlerdi. Hatta dünyada var olan mutsuzluğu arttırırlardı, içgüdülerin o yeterli doyumunu, tutkuların doyumsuz acısına dönüştürdükleri gün, yeryüzündeki köpekler bile acı acı ulumaya başlardı. Yok yok, en iyisi doğmamış olmak ya da bu kaçınılmazsa, dünyaya bir taş olarak, daha da iyisi gelip geçenlerin ayakları altında ezilse bile kanı akmayacak bir kum tanesi olarak gelmekti.
Ev, yaşadığın yere deniyordu artık, aşk, uğruna hiçbir deliliğe kalkışmadığın bir durum, neşe, güzel bir çarliston demekti, mutluluk, diğer insanları kandırmak için, laf olsun diye kullandığın ikiyüzlü bir terim, baba kendi varlığından hoşnut bir bireydi, koca ise beraber yaşayıp gittiğin bir adam, manevi anlamda. Bu önemli kelimelerin sonuncusu, cinselliğe gelince, insanı bir an için canlandırdıktan sonra tam bir paçavraya dönüştüren bir heyecan için kullanılan bir kokteyl terimiydi sadece.
Bir gün bir adam onu zengince döşenmiş bir eve soktu ve şöyle dedi "sakın yerlere tükürme". Canı tükürmek isteyen Diogenes, adamın suratına bir balgam attı ve ona, bulduğu tek pis yerin orası olduğunu ve oraya tükürdüğünü haykırdı.
Hakikaten yalnız varlık, insanlar arasında terk edilmiş olan değil insanlar arasında acı çekendir; kendi çölünü peşi sıra panayırlarda sürükleyen ve mütebessim cüzzamlılık, tamiri imkansızlık komedyenliği yeteneklerini sergileyendir.