Her şeyde olduğu gibi insan ilişkilerinde ve ikili ilişkilerde de bir sığlık, bir yozlaşma mevcut.
Ancak, açıkça ifade etmem gerekirse, bu saatten sonra çok okumuş bir toplum olsak bile, düzelebilecek bir konu mu bu, onu da bilemiyorum maalesef. Çünkü insanlar en temel değerler olan "insani değerleri" unutmuş haldeler. Bu tür bir değerler zinciri de kitaplardan öğrenilemez. Öğrenilse dahi teknoloji toplumunda, bireyselliğe alışmış insanların bu değerleri uygulamaya koyması zor olur.
Umarım hikayelerimiz mutlu sonla sonlanır... diyebilecek fazla bir şeyim de yok...
Normalde kafamın içindeki sesle kavga eden; onu bastırmaya, susturmaya çalışan ben, yazı yazarken ise en çok bu sese ihtiyaç duyuyordum... çünkü yazarken fikirlere ihtiyacım oluyordu.
Ne büyük tezat, değil mi?
Genelde konuşmasına fırsat verilmeyen küçük bir çocuğun, kendisine konuşmak için fırsat yaratıldığında bocalaması gibi şeyler yaşıyordu iç sesim, sanırsam. Bundan dolayıdır ki pek de faydalı şeyler, istese de söyleyemiyordu.
Önemli olan bilgili olmaya çalışmak veya bilgi ile hava atmak değil.
Önemli olan, bilge bir ruha sahip olmak.
Bilge ruh, bilgiyi de getirir.
Aksi takdirde geriye beyhude bir çaba kalır...
Size de oluyor mu bilmiyorum, ama bence bir kitabı o an için okuyamıyorsak zorlamamak gerekiyor.
O kitabı o an okuyamıyor olmamız, sonradan sindire sindire, anlayarak okuyamayacağımız anlamına gelmiyor.
Şu sıralar bunu çokça yaşıyorum.
Geçmişte de başıma geldi, şimdi de oluyor. Her kitabı o an okuyamıyorum.
Lakin sonradan aynı kitaba döndüğümde gayet de iyi okuyabildiğimi fark ediyorum.
Kitabı okuyamıyoruz diye kendimizi strese sokmayalım vesselâm.
....her yere hedeflerimi, hayallerimi yazıyordum. En sevdigim defterlerime yazmak şöyle dursun, bulduğum bir parça kağıda bile. Hatta öyle ki bıraksanız, dağlara taşlara bile yazardım bunları.
Ancak bunları gercekleştirecek dermanı ve gücü, zayıf bedenimde, güçsüz kollarımda bulamıyordum. Acınası bir durum, değil mi?
Sanki harekete geçmekten korkuyordum. Bu barizdi. Veya başka bir neden, birileri beni, hedeflerimden ötürü takdir etsin istiyordum. İçimdeki mızmız, huysuz ama bir o kadar da duygusal, yaralı çocuğun başının okşanmasını istiyordum belki de. Bu ufak kız çocuğunun tek istediği bir parça sevgi, bir parça takdirdi. Bir parça saygı ve bir parça da huzur tabii ki... Her ailede olan şeylerdi belki bunlar, en azından çoğu ailede; ama o ufak kız çocuğu bunlara hasret büyümüştü, farkındaydım...
Kim bilebilirdi bunu, daha iç dünyamı keşfedememiş ben dahi bilmezken!!!...
Bunları düşünüyordum.
Bir yandan da zihnimdeki yaramaz çocuğun sesini bastırmaya çalışıyordum. Bunun için müzikten yardım almaya karar verdim.
Ancak her zaman başvurduğum bu taktiğin en kötü yanı, beni bir geçmişe, bir geleceğe derken oradan oraya savurmasıydı.
Bunu göze alarak zihnimdeki yaramaz çocuğu susturmaya kalktım. Ama onun sanırım susmaya niyeti yoktu. Beni, bana karşı kullanabileceği en büyük silahı, yani hem geçmişimle, hem de geleceğimle vurarak rahatsız etmeye niyetliydi... Bu da daha da hüzünlenmeme yol açacaktı...
Hüngür hüngür ağlarken ne kadar güzel olduğumun söylenmesinin pek de bir anlamı yok bence.
Asıl anlamlı ve hoş olan, her şey yolunda iken ve kahkahalarla gülerken, ne kadar güzel olduğumun söylenmesi...
İnsan, nasıl hem özlemi, hem bıkkınlığı; hem sevgiyi, hem nefreti; hem öfkeyi, hem de sükuneti aynı anda yaşayabilir? Daha tarif edebildiğim ve edemediğim, tonlarca duygu var.
Hayat gerçekten de çok tuhaf ve karmaşık dostlar... Duygular da keza öyle. Bireyler de öyle. Ben de öyle.
Hayat, sanki bir matematik denklemi gibi. Ve bu denklemde sanki dünya nüfusu kadar bilinmeyen ve söz konusu nüfusun faktöriyeli kadar da olay olasılığı var. Düşünün hayatın komplikeliğini!!!...
Maalesef hayatın komplikeliğini algılamaya küçük beyinlerimiz yetmiyor. Hepimiz sanki bir masanın üzerindeki karıncalar gibiyiz. Masa yaşadığımız dünya ve biz onu yaşanabilecek tek yer sanıyoruz. Halbuki, masanın ardında nasıl bir dünya var, daha bunu bilmiyoruz.
Yani, hayat sandığımızdan daha karmaşık. Dünya üzerinde milyonlarca denklem, milyonlarca bilinmeyen var. Her insan bir bilinmeyen. Her insanın yaşamı, bir denklem. Ha, bir de hepimizin ortaklaşa oluşturduğu, milyarlarca bilinmeyenli koca bir denklem var.
Son olarak, insanların davranışlarının oluşturduğu olasılıklar silsilesi var. Tavır, davranışlarımız ve değişken duygularımız, bu olasılıkları sayısını her geçen zaman diliminde arttırıyor. Sonuç olarak da ortaya, bol sıfırlı bir olasılık sayısı çıkıyor.
Demem o ki, zaten yeteri kadar komplike bir dünyada, neden bizim iç dünyamız da bir o kadar komplike olmak zorunda ?
Bana "insanlarla ne problemin var?” diye soruyorlar. Ne yalan söyleyeyim; ben hiç menfaatçi antilop görmedim, ben hiç riyakar bir mantis karidesi görmedim, ben hiç yalancı bir orkide görmedim, ben hiç tecavüzcü bir papatya görmedim. Bunların hepsini insanlarda gördüm.
-Bukowski-
Kız olmak zor iş Can'lar.. Aşık olsa or*spu, terk etse or*spu, verse or*spu, vermese gizli or*spu, öpse or*spu, hiç birini yapmasa lezbiyen, bakımlı olsa or*spu, gece çıksa or*spu..
Haklısınız beyler..
P**EVENGE,
Herkes or*spu...
/ Can YÜCEL