Yüzün ne kadar solmuş böyle?
Her sabah ölüme doğuyor incecik vücudun. Her sabah eksiltiyorsun hayatı. Nefesin yavaşlıyor her geçen gün ve hayat ağır bir besteye dönüşüyor. Her nefeste yaşlı bir kadının ağıtı doluşuyor odaya. Sana mektuplar okuyabilirdim. Eski aşkların hüznü yayılabilirdi ortalığa. Sonra sobanın üzerine koyduğumuz portakal kabuklarının kokusu, alır götürürdü geride kalan ne varsa. Geceye yaklaştığında, bir denizin kıyısına bırakabilirdik omuzumuzu ağrıtan ne varsa. Eskimiş aşkların mezarlığına dönerdi sahil.
Oysa şimdi çok yorgun görünüyorsun.
Benim gözlerime bakma lütfen.
Söylenebilecek her şey uçup gitti aklımdan.
Yaşamak bir utancın kıyısına düşünce, ortalığa saçıldı tüm sözcükler.
Solgun bir yüzün aynasına bakmak zordur elbette. Bir genç kızın hayallerinde ölmek bir sabah erkenden. Yarım kalmış aşkların cehennemi yakar hepimizi. Bir ölümün gösterisinde, ön sıralardan yer kapma garipliği üzerimizdeki.
Gözlerime bakma artık.
Bir utancın gölgesinden başka hiçbir şey yok.
Ve sen yine solgun görünüyorsun.
Bir kez olsun gözlerini çevir ve eşikte duran babana bak.
“Başına gelen onca acıya nasıl dayanacaktı Veysel. Bir ömür böyle nasıl geçecekti?
Baba Karaca Ahmet, komşu köy Ortaköy’deki bir tekkeye sohbete gitmişti. Sohbet sonrası sazlı deyişler başladı. Saz çalan ozanın yerinde oğlunun hayali canlandı gözünün önünde. Aklına, ‘belki saz çalmak için uğraşır, oyalanır teselli bulur,’ diye bir fikir
Aslında tam yazdım demek istiyorum
Sonra bir şeyler eksik diye siliyorum
Her satıra bir anlam yüklemeyi deniyorum
Belki de ben bende kalmayı düşünüyorum
Sensiz geçen günlerin eksikliğini
Belki şiirlerimle telafi ederim diyorum
Bana iyi gelen ne varsa kalsın hayatımda
Belki bir kitap
Belki bir çay
Belki de bir bir bir…
Söylenemiyor işte yarım kalıyor satırlarımda
Çok mu zor söylemek iki dudağının arasında
Sen diyebilmek sen sen sol yanımda
Hadi bir geceyi yine sabah yapalım
Uykusuz bir günü yine geride bırakalım
Aç ordan şimdi Müslüm babayı
Gözyaşlarını yavaşça bırakalım
Her sözlerinde o güzel günleri hatırlayalım
Bize kalan buymuş gibi
Hatıralarla geçmiş güzel günleri analım…
(Öner Akça)
kocası yakılarak öldürülmüş bir kadın, kül olmuş evlerinin karşısında saatlerdir ağlıyor, feryadı göklere yükseliyor...
başka bir sokakta, yanına alabildiği ne varsa aracına doldurup ülkeden kaçmaya çalışırken uçakların yarım tonluk bombasıyla yok edilen bir aileden kalan küller rüzgarda uçuşuyor...
bunların hepsi burada yaşanan abartısız gerçekler. bir daha kimsenin hatırlamayacağı, hatta hatırlamak istemeyeceği gerçekler. bu kadar çok şeyin birbiri ardınca yüzüme çarpıp durması, henüz tam olarak anlayamadığım varoluşumu daha da karmaşıklaştırıyordu. bütün acıları sırtlanıp kendimle hesaplaşacağım yere doğru gidiyordum sanki. oraya... bu dünyada omayacak kadar soyutlaşan başka bir yere.
Bir sandalye çektim zor günlerin altına
Ah ama
Kimse yüz vermiyor bana, sandalye bile
Beni çağırıyor, yarım kalan ne varsa
Bana düşüyor, her yağmur tanesini
Suya götürmek, o serin ırmaklara