Aynı şeyi 20. yüzyılın en kâhinvari bilimkurgu kitabı için söylemek mümkün değil. Bu kitabın uğursuz çağrışımlarını ıskalamak imkânsız. Neredeyse yüz yıl önce yazılmış olsa da her geçen yıl daha da isabetli hale geliyor. Aldous Huxley Cesur Yeni Dünya'yı 1931 yılında, komünizm ve faşizm Rusya'da ve İtalya'da iyice yerleşmişken,
çürümüş çürümemiş bütün tahtaları kim yakar
yerli yersiz kim bakar dolunaya durmadan
kim kullanır siyasal partiler yelpazesini yaz sıcağında
kimin sağında karaciğeri solunda yüreği var
kimdir eskimolarla üşüyüp zencilerle terleyen
kim ha
havuza girildiğinde su sıcaktı daha
eskiden çok eskiden bir eski kaplıcada sandalyeleri yaz boyu bahçede
Yanıma uzanır, not defterini açar ve bir masal başlatmamı isterdi. Öyle heyecanlanırdım ki gecenin o saati gelmeden önce günümü, söyleyeceğim o ilk cümleyi aramakla geçirirdim. Ne kadar saçma ya da aptalca olursa olsun annem harika bir başlangıç olduğunu söylerdi. Bazen hikâyenin gidişatından memnun olmayıp onu yarım bırakmak istediğimde her hikâyenin tamamlanmayı hak ettiğine beni ikna ederdi. Her birinin değerli olduğunu çünkü başkalarının beğenmemesinden korktuğum o yazıları bizim yazdığımızı söylerdi. Yerimizde oturup başkalarının yaptıklarını eleştirmek yerine biz kendimiz bir şeyler üretirdik. Tamamen bize ait olan şeyler. Yazdığımız sürece asla kaybolmayacak şeyler. Annem artık benimle değil ama bu sayede onu ne zaman özlesem not defterinin arasında biriktirdiği hikâyelerine tutunabiliyorum.
İkiye bölünmüş gibi hissediyordum. Bir yanım her zamanki gibiydi, hatta mutluydu
Diğer yarım ise cam bir duvarın arkasından bana sesleniyordu ama ses gelmiyordu.