Kam tini Türklerde bedenlendi/bedenleniyor.
Zamanın sahibi bir soyun farkı gökyüzü gücü adeta yeryüzüne yıldız yağdırıyor.
İstikbal ve istiklal göklerden geliyor.
2023 sonrası Türk çağı başlıyor.
Aziz milletvekilleri! Dünyaca malum olmuştur ki, bizim devlet idaresindeki ana programımız, Cumhuriyet Halk Partisi programıdır. Bunun kapsadığı prensipler, idarede ve siyasette bizi aydınlatıcı ana hatlardır. Fakat bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz (alkışlar).
Bizim yolumuzu çizen; içinde yaşadığımız yurt, bağrından çıktığımız Türk milleti ve bir de milletler tarihinin bin bir facia ve ıstırap kaydeden yapraklarından çıkardığımız sonuçlardır (alkışlar).
Elimizdeki programın ruhu, bizi yalnız bir kısım vatandaşla ilgili kalmaktan men eder. Biz, bütün Türk milletinin hizmetindeyiz. Geçen yıl içinde, parti ile hükümet teşkilatını birleştirmekle vatandaşlar arasında ayrılık tanımadığımızı fiilen göstermiş olduk. Bu olayın bizim, devlet idaresinde kabul ettiğimiz, "Kuvvet birdir ve o milletindir," hakikatine uygun olduğu meydandadır (al kışlar). Kuvvetin tek kaynağı olan, Türk milletinin seçkin vekillerini, büyük mutlulukla eğilerek selamlarım (bravo, yaşa sesleri, şiddetli ve sürekli alkışlar).
Cumhuriyet halkın işidir. Egemenlik temsil edilemez, aynı nedenden dolayı da devredilemez de. Halkın vekilleri onun temsilcileri değildir, olamazlar da; onlar sadece halkın memurlarıdır; hiçbir konuda son kararı veremezler. Halkın bizzat onaylamadığı bir yasa hükümsüzdür. Hatta yasa bile değildir. Temsilci meclislerinde halk özgür olduğuna inanıyor, bu vahim bir hatadır. Onlar yalnızca parlamento üyelerini seçerken özgürdürler; üyeler seçilir seçilmez halk onların kölesi haline geliyor; bir hiç oluyor. Egemenlik halktan kaynaklanır ve halkta kalmalıdır. Harcadığı her meteliğin sonuçlarını ölçmek biçmek zorunda kalanların kalpleri ve kafaları özgür olamaz. Mülkiyet ve mülk sahiplerine duyulan aşırı saygı", bu dünyada birçok kötülüğün ve çirkinliğin kaynağıdır. Sefalet düşünceleri kabalaştırıyor. Enerjik ve bilgili yurttaşlar kitlesini oluşturmak, sefaletten kurtulmak, yöneticileri cesur ve liyakatlilerden oluşturmak şarttır.
28 Şubat 1997 MGK Kararları
1. Anayasa'mızda Cumhuriyet'in temel nitelikleri arasında yer alan ve yine Anayasa'nın 4. maddesi ile teminat altına alınan laiklik ilkesi büyük bir titizlik ve hassasiyetle korunmalı, bunun korunması için mevcut yasalar hiçbir ayrım gözetmeksizin uygulanmalı, mevcut yasalar uygulamada yetersiz
Cumhuriyet bir çatıdır, aydını, ilericiyi, devrimciyi, özgürlüğü, bağımsızlığı kapsar. Başkalarının çıkarı için yasa çıkarmak
bindiği dalı kesmektir. Birey için yasa çıkarılmaz, yasa toplum
içindir, yararı insanlık için düşünülür.
Cumhuriyet'ten hemen sonra Türkiye'de şeker sanayinin kurulması teşebbüslerine Uşak'ta ve Trakya - Alpullu'da başladı. Uşak'ta Molla Ömer oğlu Nuri Efendi, daha meşrutiyet yıllarından itibaren rüyası olarak gördüğü şeker fabrikasını kurma işine, Uşak'ta köy köy gezerek önderlik etti. Nuri Şeker'in öncülüğünde 51 kişiden oluşan Uşak Terakkii Ziraat Şirketi aynı zamanda Türkiye'nin ilk çok ortaklı özel sektör kuruluşuydu. 1923'te başını Nuri Efendi'nin çektiği şirketin ardından, ikinci bir şirket ise Haziran 1925'te Ankara'da Istanbul ve Trakya Şeker Fabrikaları adıyla kuruldu. Başta 1913 Teşvik-i Sanayi Kanunu olmak üzere, fabrikanın faydalanması için özel bir de yasa çıkarıldı. Alpullu'da ilk Türk şekeri, 26 Kasım 1926'da üretildi. Alpullu devlet destek ve teşviklerinden faydalandığı için 'Türkiye'de ilk şekerini üreten fabrikası' ünvanına sahip oldu. Mollazade Nuri Bey ise şeker işine giren ilk şirketi kurmuş olmasına, Uşak Şeker fabrikasının temeli Alpullu'dan önce atmasına rağmen Uşak şeker fabrikasında ilk şeker, Alpullu'dan sadece 20 gün sonra üretilebildi. Nuri Şeker, büyük rüyasıru yaşı 70'e dayandığında gerçekleştirebildi. İlk ürettiği Türk şekeri Atatürk'e takdim eden Nuri Şeker, Anadolu kökenli ilk müteşebbislerdendi.
"Büyük Atatürk, sen yurdumuzu kurtardın...
Düşmanları kovdun, Cumhuriyet'i kurdun...
Seni çok seviyoruz... Yaşa Atatürk çok yaşa!"
Bu sözleri, öğretmenimiz derse başlamadan önce, onunla birlikte her gün yüksek sesle okuyorduk. Bu üç satırlık yazı karatahtanın bir köşesinde derslerimiz bitinceye dek dururdu.
[Aydınlanma Çağı’nda] toplum ve devletin bütün eski biçimleri, bütün eski geleneksel fikirler, usdışı ilan edildi ve bir yana atıldı; dünya o zamana değin yalnızca önyargılarla yönetilmişti; geçmişe ilişkin olan her şey, ancak acıma ve küçümsemeye değerdi. Ensonu gün doğuyordu; bundan böyle boşinan, haksızlık, ayrıcalık ve baskı; sonsuz doğruluk, sonsuz adalet, doğa üzerine kurulu eşitlik ve insanın devredilmez hakları tarafindan silinip süpürülecekti.
Bugün usun bu egemenliğinin, burjuvazinin ülküselleştirilmiş egemenliğinden başka bir sey olmadığını; ölümsüz adaletin, gerçekleşmesini burjuva adaletinde bulduğunu; eşitliğin, yasa önünde burjuva eşitliğine vardığını; insanın temel haklarından biri olarak burjuva mülkiyetin ilan edildiğini ve ussal devletin, Rousseau'nun toplum sözlesmesinin, dünyaya ancak bir burjuva demokratik cumhuriyet biçimi altında geldiğini ve ancak o biçimde gelebileceğini biliyoruz.
Sayfa 43 - Sol Yayınları, 2008, 10.Baskı.Kitabı okudu
Buna karşılık 1925 tarihli Şapka Kanununun bir benzerine, ikibin yıllık Batı tarihinin hiçbir döneminde tesadüf edilmemektedir. Toplum geleneklerine yabancı bir başlığın (veya giysinin ya da başka kişisel görünüm unsurunun) hükümet tarafından yasa ve emirle giydirilmesi, Batı geleneğinden ziyade Asya tipi despotizmin karakteristik kültürel tezahürleri arasındadır.
Neslimizin bedbaht çocuklarının iç dünyası nasıl bir alemdir? Bunu dünya psikologları birleşse bilemezler. 'Padişahım çok yaşa!' ile gözlerimizi dünyaya açtık. 'Büyük yanında konuşulmaz' dediler. 'Büyüklerimiz çehar yâr-ı güzîn [dört halife; Hz. Peygamber'in dört seçkin dostu] ile İmamı Âzam'dır, ahirette onların yanında bulunmak saadettir diye öğrettiler. Çalışkan ve namuslu olmayı hayat hikmeti olarak tanıttlar.
Biraz zaman geçti. 'Yaşasın hürriyet, meşrutiyet!' sesleriyle uyandık.
'Bağırın ve alkışlayın', dediler, babalarınızın eksiği çoktu, siz memleketi kurtaracaksınız... Büyükleriniz Enver ve Niyazi'dir. Ahiretten
ziyade dünyaya çalışmalıdır!..
En büyük hakikatin Avrupa'ya benzemek olduğunu telkin ettiler.
Bir devir daha atlattıktan, kudret ve devlet başka bir ele geçtikten sonra 'Yaşasın Cumhuriyet' sadalarına gözlerimizi açtık. Bize 'alkışlayın, haykırın', diyorlardı, 'milletinizin tarihi şimdi başlıyor, bundan
evveli yoktu ve siz yoktunuz. Bir kahraman sizi kurtardı. Büyükleriniz Kamal Paşa, Gazi Paşa veya Atatürk'tür. Ahirete inanmanın
modası geçti!'
En büyük faziletin kuvvet ve muvaffakiyet olduğunu oğrendik.
Bu hazin sinema şeridi kâh başlarda resmoldu, kâh ellerde alkış
oldu, kâh radyoda hitabet, kâh gazetede tantanalı havadis oldu. Kâh demir, kâh bıçak, kâh mahmuz, kâh selâm sesi oldu(...)."