Cumhuriyetin bütün dönemlerinde iki kısım yazar şair çıkmıştır ortaya.Birileri devletten yana olmuşlar, onlar nimetlere konmuslar, büyükelçi, milletvekili, büyük bürokrat yapmışlar , muhaliflerse ya zilli kurt yapılmış, ya hapishanelere sokulmuş ya da öldürülmüşlerdir.
Sayfa 125Kitabı okudu
"O biliyordu ki insanın içinde bir kurt varsa, o kurt kolay kolay ölmez, uyur uyur uyanırdı."
Sayfa 330 - Yapı Kredi YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Hayat!" diyor kendi kendine. Gülümsüyor. "Solucan gibi yaşayan insanlar... Korkak, hilekar... Yalancı. Ama Zeyno Kadın. Kürt... Adı neydi? Eşkıya..." Bir an mesut oluyor. "Değer. Bir eşkıya, bir Zeyno Kadın, gözleri kocaman çocuklar için de olsa değer... Mücadeleye değer... Bir hayat pahasına da olsa değer..."
Bu davetten bir ay önce Beyoğlu’nda dolaşırken, efsane haline gelmiş (acısı içinden hiç çıkmayan zavallı küçük kardeşinin delice hayran olduğu, kitaplarını elinden düşürmediği) Kürt kökenli büyük bir yazarın yürüdüğünü görmüş, ko­şup elini öpmüş ve ona “Yaşar Amca, bizim de Kürtler olarak dilimiz, edebiyatımız, tarihimiz yok mu?” diye sormuştu. Yazar elini omzuna koyarak “Heri!” demişti. “Olmaz mı? Elbette var. Ahmed-i Hani, Ciğerhun, Feqiye Teyran, hangisini sayayım.” Bunun üzerine Ali Öztürk “k” harflerini gırtlaktan telaffuz ettiği aksanıyla, “O zaman bize niye, sen yoksun diyorlar?” diye basit ama cevap verilmesi imkansız bir soru sormuştu. Bazen mahkemelerde Türkçe bilmeyen bir sanıkla hâkim, tercüman aracılığıyla anlaşır, resmi bir Türkçe-Kürtçe tercüman bulundururdu ama bu durum sanığın “aslında var olmayan Kürtçe diye bir dil olduğunu iddia etmesi” suçundan yargılanmasının, hatta hapis cezasına çarptırılmasının önüne geçemezdi. Bu ceza da mahkeme salonunda, umutsuz gözlerini tercümana dikmiş olan sanığa Kürtçe anlatılırdı. Yani olmayan bir dilde tebliğ edilirdi. O büyük yazar demişti ki, “Bak Öztürk gardaş, bunu uzun uzun anlatacak vaktim yok, bir yere yetişeceğim ama bunun ispatı müziktedir. Şark'tan gelen müziğe şarkı, Türk'ten gelen müziğe türkü, Kürt'ten gelene ise kürdi denir. Kaç yüzyıllık laflar bunlar.” Sonra da onu öperek uzaklaşmıştı. Ali “Spas keke” diye mırıldanmıştı ardından ve büyük adam gözden kaybolana kadar hayranlıkla bakmıştı.
Sayfa 147 - Ali Oztürk adlı garsona dairKitabı okudu
O biliyordu ki insanın içinde bir kurt varsa, o kurt kolay kolay ölmez, uyur uyur uyanırdı. Bayramoğlunun içindeki kurdun da ölmediğini gözlemlemişti. Göz insanın aynasıdır. Bayramoğlunun gözlerinin çok derinlerinde bir şeylere özlemi, yitirilmiş cenneti görür gibi olmuştu. Belki de yanılmıştı. Ama onun gözleri insanı pek öyle de yanıltacağa benzemiyordu. Bir insan ölmeden, kendisini, her şeyiyle böyle nasıl öldürebilirdi.
Sayfa 330 - Yapı Kredi YayınlarıKitabı okudu
İnsanoğlunun içinde bu kurt oldukça insanoğlu ne olursa olsun yenilmeyecek. Sen insanoğlunun içindeki kurtsun, ne olursan ol, nereye gidersen git. İşte insanoğlunun içindeki bu kurt yiterse, insanlık da işte o zaman insanlıktan çıkar. İnsanoğlu içindeki bu kurdunu yitirmeyecek, ona kıyamete kadar gözü gibi, yüreği gibi bakacak. O kurt insanoğlunun şahdamarı, atan yüreğidir. Senin içindeki kurt da, işte insanlığın bu kurdudur.
Sayfa 397 - Yapı Kredi YayınlarıKitabı okudu
Reklam
1.000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.