Küçük derenin içindeki bu çetin dünyaya ayak bastı basalı, "Aman günah olur, aman kabahat olur." diye sakına sakına, gülmez oynamaz, kalgımaz olmuşlardı. Ömürlerini, yasaklarla, günahlarla çevrili bir Yaşarköyde tüketiyorlardı. Kimsenin kimseye kötü söylemediği, kimsenin göğe taş atmadığı, kediye köpeği iş kesmediği, abdestsiz namaza durmadığı, kimsenin Allaha, devlete, rüzgara kafa tutmadığı halde, imam Feyzi efendinin her cuma, "Yoldan çıktınız, başınıza taş yağacak, kuşlar yetmiyor size, yılanlar çiyanlar yağacak, çarpılacaksınız!" diye, başlarını yumruklayıp durması, bitip tükenmek bilmiyordu. Selâmetlik adam, işine o kadar düşkündü ki, sanki Allah, Yaşarköy çukurluğuna bu insanları yerleştirirken, herkesin önünde, "Bunlar sana teslim, hesaplarını senden ister, günahlarını senden sorarım." demişti... o kadar gayretli, o kadar dikkatli idi. Evinden çıkıp abdest almak, ya da ayak yoluna oturmak için indiği çaya kadar, üç kadın görse, üçünde de bir eksik buluyor, "Yenini topla, saçını ört!" diyor, evinden camiye kadar üç adam görse, "Sokakta giderken başını gereğinden fazla kaldırıp elin hanesindeki mahremine göz mü atıyorsun?" diyor azarlıyordu. Çocukları ayrı, yaşlıları bir ayrı sıkıştırıyordu.