Ne ara bıraktım elini
Yalnız küçük kızı kendi haline bıraktım
Bunu nasıl yaptım
Kendi yaramı kendim kanattim
Günahlarımın bedeli mi ağır geldi
Yoksa günah işleme arzusu muydu
Tek kelime yazamamak
Akması içindekiler
Hem bana aksın
Hem bende biriksin taşsın
Beni affedebilir misin
Elimi uzatsam
Yeşil zeytin dalı
Kırmızı gül uzatsam
Tutar mısın
Bana yeniden güvenebilir misin
Elimi aynı korkudan kaçıp sığındığın gibi
Sımsıkı tutabilir misin
Arayış içindeki sulu gözlerinle
Kalbimi ısıtabilir misin
Saklandığın yerden çıkıp bana sarılabilir misin...
Kelimeler, sessizliğin karanlığında dans ederken, yazarın ruhu kelimelerin arasında kaybolur. Yazmak isteyip yazamamak, bir bakıma bir yıldızın doğuşunu beklemek gibidir; gökyüzünün karanlık kuytularında parlamaya hazır, ancak zamanın ve cesaretin işbirliğini bekleyen bir ışık demetidir. Kelimeler, yazarın ruhunu bir gemi gibi taşır, bazen yavaşça, bazen de fırtınaların ortasında. Ancak her harf, bir denizcinin pusulası gibi, yazarı yolculuğunun sonuna götürür. Unutmayın, yazmak bir yolculuktur ve her kelime, yazarın ruhunun izlerini taşır, her cümle bir yıldızın parıltısı gibi gökyüzünde parlar.
Tek mesele yazamamak da değil. En fenası da yazma konusundaki özgüvenimi kaybettim. Kısa süre önce yazdığım bir şeyi okuduğumda, bana hiç ilginç gelmiyor, ne demek istemişim, kendim de bulamıyorum. Sanki kirli çoraplar yere fırlatılıp atılmış da uzaktan onlara bakıyormuşum gibi bir his duyuyorum. Bunları yazarken ne kadar çok zaman ve enerji harcadığımı düşününce, yaşamaktan nefret eder hale geliyorum.