"Kendimden de, başka kimseden de hoşnut değilken, gecenin sessizliğinde ve yalnızlığında kendimi bağışlamak, biraz da gururlanmak istiyorum."
-Baudelaire
Aşağı sınıflardan kadınlara tecavüz edilip, arkasından fahişe oldukları "kanıtlanmış olsun" diye ellerine üç beş kuruş sıkıştırılması çok sık olan olaylardı.
Ortaçağın sonundan 18. Yüzyılın sonuna kadar tecavüz esasen bir mala saldırı olarak kabul edildi, çünkü bir kadının bedeni eğer bakireyse babasına, evliyse kocasına, rahibeyse İsa'ya aitti.
'Sessizlik'sizliğin yaşamı kuşattığı bir çağı yaşıyoruz; yalnızca istenmeyen seslerin bolluğu değil söz konusu olan, yazarın da belirttiği üzere önceki yüzyıllarda da gürültü her yerdeydi ve daha az rahatsız edici değildi. Bu çağın sorunu, bize sürekli bir şeylerle meşgul olmanın, sürekli birileriyle 'bağlantı' halinde olmanın telkin edilmesi.
Çocukken gece uyuyamadığımda geceyi dinlerdim, sonsuz sessizlik vagonlarının altında ezilmemek için; bu, gecenin sesi derdim. Belki de ezildim, bilemiyorum ama gecenin içinde sağır eden bir ağırlık yok mu gerçekten de? Bizim dışımızda kalan tüm boşluklarıyla varlığın tümleyeni sayılmaz mı? Sessizliğin oyuklarından fırlayan insan, sesiyle varlığı arzular bazen de sesini örterek dudakların ardında ilk oyun alanına dönmeyi. Paul Celan savaşın hemen ardından Bükreş'te, bir Nazi roplama kampında ölen ailesinin katillerin diliyle yazmaması gerektiğini savunarak onu bir Rumen şair olmaya ikna etmeye çabalayan dostlarına basitçe şu cevabı verir: "İnsan sadece anadilinde hakikatı söyleyebilir. Yabancı bir dilde şair yalan söyler." Bu ilk dil, anadilimiz ebeveynlerimizden öğrendiğimiz dil mi yoksa zihnimizde berraklaşan ilk şey mi, nedir o şey, sözcüklerden, dilbilgisinden azade midir? Kendimizi sözcüklerle tanımlarız, seçtiğimiz biçimler bütünüyüz belki de. Peki ya sözcüklerin tasavvurunun ötesine geçmek mümkün mü, ya da böyle bir isteğin olanağı, olasılığı var mı? Pierrre Hadot Wittgenstein ve Dilin Sınırları eserinde, "Eğer, tıpkı dünyanın içinde olduğumuz gibi, dilin içinde isek, ifade edilemeyen, dilin sınırlarının ve dünyanın sınırlarının ötesine tekabül eder.", der. Sınırların ötesinde sözü sessizlik almalı belki de.
Sessizlik bir sözcükten ibaret değil hayatın bütün detaylarında olduğunu çok güzel örnekler, sözler, açıklamalarla anlatan bir kitap. Aşkta, dinde, evde, sinemada, yolculukta her yerin sessizliğinde bir mesaj olduğunu görebiliyoruz. Buna özellikle edebiyattan dini kitaplardan örnek verince o büyülü sessizliğin atmosferine sürükleyebiliyor okuru. Sessizlik heryerde ama farkındalığını ne kadar yaşıyoruz ve neden bu kadar önem taşıyor? Bu soruların cevaplarını tatmin edici bir şekilde alabiliyorsunuz. Sadece ağır tonda okuyunuz. Keyifli okumalar.