İnsanı bir başkası olmaktan çıkarıp kendisi haline getiren, kişisel bir varoluşa dönüştüren ve sıradan bir insan olmaktan alıkoyan şey, özgür ve bilinçli bir varlık oluşuna dair farkındalığı ve bu doğrultudaki edimleridir.
“İnsanlar doğarken inançları ile doğmuyorlar .İnançlarını , yaşam felsefelerini yaşamları boyunca binbir sınavdan geçerek kazanıyorlar ...”/ Behice Boran
Kitap Behice Boran’ın ,1910 yılında doğumuyla başlayan Amerikan kız koleji ve İstanbul üniversitesi felsefe bölümü öğrenciliği , ABD ‘de Michigan Üniversitesinde doktora, DTCF de doçentlik dönemlerini ,evliliğini , anneliğini tutukluluk dönemini , Tip çalışmalarını ve yurt dışında sürgünde hayata veda edişini detaylıca anlatan bir çalışma olmuş .Kitabın özellikle ilgilendiğim kısmı DTCF dönemleri “Yurt ve Dünya “ , “ Adımlar “ dergisi çalışmaları oldu .Görülen o ki o dönem DTCF Cadı Kazanı ‘nda Boran , Boratav ve Berkes ile beraber anılsa da onlardan daha sivri bir sol , daha kesin bir sosyalizm politikası izlemekteymiş .Boran öğretim üyeliğinin soruşturma ve yargılamalarla geçen son döneminde , akademik kariyerinin zirvesindeymiş . Amerikan Sosyoloji Derneği’nin ilk Türk üyesi , dünyanın en önemli sosyoloji dergilerinden olan Amerikan Journal of Sociology’de yazan ilk Türk sosyologdu . Okunmaya değer bir biyografik roman , tavsiye ediyorum .
Pek çok düşünür gibi Alman filozofu E. Husseri de (1859-1938), doğayı anlamamıza ve ona egemen olmamıza yardım etmiş olsa da, modern bilimin, dünyayı, insanın dünyası olmaktan çıkardığı izlenimindedir. İnsan yaşamının sorumluluğu ile bilimin sorumluluğunun birbirinden ayrılamayacağını ifade eden Husserl, Avrupa Bilimlerinin Krizi ve Transendental Fenomenoloji adlı yapıtında modern bilime yönelik eleştirilerini yaparak, bilimlerin ister doğa bilimleri ister diğer bilimler olsun kendi konularıyla sınırlı kalmayan tavır alışlarıyla insanın dünyasında bazı sıkıntı ve bunalımlara yol açtıklarını ifade etmiştir. Avrupa bilimlerindeki bunalımın nedeni, bilim ve teknoloji anlayışının insan ve kültür bilimlerine tümüyle egemen olmasıdır. Başka bir deyişle bunalımın Husserle göre, yanlış yola meyleden bir akılcılıkta kökleştiği, akılcılığın yüzeyselleşerek doğakcılık ve nesnelciliğe saplanmasından kaynaklandığı söylenebilir.
Gerçekten de Husserl'in de ifade ettiği gibi, kurucusunun Galileo olduğu genellikle kabul edilen modern doğa bilimiyle birlikte, Ortaçağın doğa anlayışından farklı bir yol izlenmiş, doğanın farklı görünüşlerinin ardında gizlenen kuvvetlere bilgi ile yaklaşılmış, bilginin insana doğa karşısında sağlayacağı üstünlük fark edilmiştir. Bu yaklaşım doğrultusunda bilgi, insanlığı doğaya egemen kılacak bir “güç” olarak anlaşılmış, doğaya egemen olabilmek için onu tanımak gerektiği, tanımak ve kontrol altına alabilmenin ise ancak araştırma yönteminin belirlenmesiyle mümkün olabileceği düşüncesi hakim olmuştur.
Böylece zaman içerisinde doğa bilimleri ilgi alanlarına göre (fizik, kimya vb. olarak) ayrılmaya başlamış, bu ise bir bakıma, “bilim, tanımak istediği şeyi ögelere ayırır; bilmek, bölmek ve analiz etmektir, böl, ögelerine ayır ve doğaya egemen ol” düşüncesiyle el ele yürüyerek, öznenin doğa karşısındaki ezici üstünlüğüyle ve adeta kendisini doğanın sahibi gibi hissetmesiyle devam etmiştir. Doğa bilimlerinin farklı alanlara ayrılması gibi zaman içerisinde sosyal bilimler de dallara ayrılmaya başlamıştır.
Ancak insanı pozitivist bir yaklaşımla yalnızca dış gözleme elverişli davranışlarını ele alan bilimlerin sonuçlarına indirgeyerek anlayabıleceğimizi zannetmek, insanı insan yapan, onu şeyler arasında bir şey olmaktan kurtaran aşkın (transcendent) yönünü göz ardı etmek anlamına gelecek ve büyük bir yanılgıya sebebiyet vererek sosyal bilimlerin temellerini sarsabilecektir. Zira insanda bilimler tarafından anlaşılamayacak, daha derinden ve bütünsel bir yaklaşımla anlaşılması mümkün olabilecek tinsel bir yön de bulunmaktadır”. 3