Emel Koç

Alyoşa author
Author
8.8/10
7 People
21
Reads
0
Likes
1,381
Views

Oldest Emel Koç Posts

You can find Oldest Emel Koç books, oldest Emel Koç quotes and quotes, oldest Emel Koç authors, oldest Emel Koç reviews and reviews on 1000Kitap.
Hazır bulunma, istenç gücüyle ya da bedeli karşılığında temin edilemeyen, talep edilemeyen ve zorlanamayan bir tecrübedir. Zira ben'in hazır bulunuşu, muhatabı tarafından benimsenebilir ya da reddedilebilir. Bu sebeple benin, sene özgür bir iradeyle bağlanmaya hazır bulunması, kazanmayı olduğu kadar riskleri de göze alması anlamına gelir. İnsana özgü eksikliklerin ötesinde koşulsuz bağlanma isteği, ben'i somut bir birey olan senden Mutlak Sen'e (Tanrı'ya) doğru yöneltir. Marcele göre, insan için gerçek anlamda var olmak, Tanrı ile beraber var olmaktır. Benin Tanrı'ya kendini adadığı düzeyde bağlanma, artık mutlak bir bağlanmadır. Bağlanmanın bu en son merhalesinin adı imandır.
Marcele göre, modern dünyanın temel problemi insan varoluşunun ontolojik anlam ve değerinin göz ardı edilerek insanın sahip olduklarına körü körüne bağımlı hale gelmesi, sahip olduklarını kaybetme endişesinin kemiren bir acıya dönüşmesidir. Böylece insan varlığını, sahip olduklarına feda etme, sahip olduklarının toplamı gibi düşünme tehlikesi baş göstermiştir. Bu bağlamda Marcel, sahip olmak (having) ve fanatizm ilişkisini gündeme getirir. “Düşüncelerime ya da... kanaatlerime... bana ait şeyler (sahip olduklarım)... olarak muamele ettikçe, şüphesiz bu düşünceler ve kanaatler, kendi tam dinginlikleriyle ... benim üzerimde zalimce bir nüfuz sağlama eğilimi göstereceklerdir; bu her türden fanatizmin prensibidir. Fanatik kişinin durumunda ortaya çıkan şey her ne olursa olsun, şey'in karşısında öznenin bir tür haklı kılınmamış yabancılaşmasıdır.”*
Reklam
Daha açık bir ifadeyle bağlanma olduğu düşünülen bazı edimler bir bakıma koşulludurlar. “Bir fikre (edebi, politik vb.) bağlanma, koşullu bir bağlanmadır. Yani o fikrin değişmez kalacağını garanti edemem. Bu durumda aslında gelecekte artık bana ait olmayacak olan bir fikre bağlanmak manasızdır. Açıkça görülüyor ki, bu alanlarda kendi insani-estetik tecrübem neredeyse hiç tahmin edilemeyecek değişikliklere maruz kalabilir. O halde, tecrübelerin bize katabileceği her şeye aşkın olan bir biçimde tanınabilecek bir bağlanma, koşulsuz ve gerçek bağlanma olacaktır.” 15Koşulsuz bağlanma ise, daha önce de söz edildiği üzere Mutlak Varlık'a yani Mutlak Sene olmak durumundadır.
Gerçekliğin bir yönünü seçip onu göz önünde bulundururken, kendisinden soyutlama yapılan somut gerçekliği göz ardı ettigimizde ya da ona gereken ilgiyi göstermediğimizde Marcele göre, soyutlama ruhunun tuzağına düşmüşüz demektir. Örneğin savaş ortamında karşı karşıya geldiğimiz ve öldürmek zorunda kalabileceğimiz düşmanı, yalnızca düşman olarak görüp, onun da sevinçleri, korkuları, umutları olan bir birey olduğunu unuttuğumuzda; insan gerçekliğinin bütününü, örneğin yalnızca ekonomik olgulardan yola çıkarak yorumlamaya yöneldiğimizde ya da bilimsel terimlerle kategorize edilebilen bir çiçeğin aynı zamanda kendine özgü renk, koku ve özellikler bütünüyle somut bir biçimde varolan bir çiçek olduğunu gözden kaçırdığımızda soyutlamanın büyüsüne kapılarak somut gerçekliğin bütünlüğünü küçümseyen bir tavır takınırız.22Böyle bir tavrın akla uygun bir doğrulaması yapılamaz. Somut gerçekliğin bütünlüğünü göz ardı etmeye yönelik bu tavır Marcel'in emperyalizmin zihni plana geçişi dediği şeydir.
Umut, bizatihi Aşk olan bir dosta bir tür çağrı, aynı zamanda, çaresiz bir başvurudur. Umudun temelini teşkil eden doğaüstü öge, kendiaşkın doğası kadar açıktır. Çünkü umut tarafından aydınlatılmamış doğa, bize yalnızca uçsuz bucaksız ve acımasız bir tür muhasebe yeri gibi görünecektir. G.Marcel
Birey, ben kimim sorusuna yanıt ararken kendi doğrudan tecrübesine dönmek durumundadır. O, kendini sorguladığı ve tanıdığı ölçüde, kendi varoluşsal durumunun köklerinin ebedi olana uzandığını, “varlığının, yaşamına indirgenemeyeceğini” kavrayacaktır. Kendini tanıma isteğiyle kendine dönen insan “daha önceden orada olup, kendisini bekleyen şeyi” farkedecektir. Bu içe dalış, bir dinginlik hali olmayıp, varoluş durumunun köklerine uzanmak, varlığını yaşamın akışına paralel olarak yeniden ele geçirmeyi istemektir. Her birey akıp giden zaman içinde, Marcel'in ifadesiyle,"yaşamak” ve “varolmak” denilen şey arasındaki ayrımı bizzat kendisi farketmek durumundadır. Kişi olarak yaşamak bir durumu ve hep yeni sorumlulukları kabullenmek, elde edilen durumu durmadan aşmaktır. O halde, kişi, “olduğu” ya da “olamadığı” şeyler bağlamında, yaşamını varlığına ulaşmak üzere sürekli aşmaya çalışan dinamizm içerisindedir.
Reklam
71 öğeden 21 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.