Çok genç yaşta sosyalizmi benimsedi. Berlin'de Georg Simmel'in ve Heidelberg'te Max Weber'in öğrencisi oldu. 1915 yılında İsviçre'ye gidip Walter Benjamin'le dostluk kurdu. Almanya'ya dönünce Geist der Utopie`i (Ütopyanın Ruhu - 1918), tez konusu olan Thomas Münzer; Theologe der Revolution`u (Devrimin Tanrıbilimcisi Olarak Thomas Münzer - 1922), ve daha sonra da Durch die Wüste`yi yayımladı. 1920'lerde Berlin'de serbest gazeteci olarak çalıştı. Siyasal mücadelesi tam bir nazi karşıtlığı niteliği taşıyan Bloch, tartışma yazılarını biraraya toplayan Erbschaft dieser Zeit (Bugünün Mirası -1935) adlı kitabı yayımlanınca ülkesinden ayrılmak zorunda kaldı. New York'ta Bertolt Brecht ve Thomas Mann ile birlikte "Aurora Verlag" yayınevini kurdu. II. Dünya Savaşı'ndan sonra 1949'da Frankfurt'ta Goethe Enstitüsü'nde kendisine önerilen kürsüyü değil, Leipzig'deki Karl Marx Üniversitesi'nde bir felsefe kürsüsünü kabul etti. Burada en önemli yapıtı olan Das Prinzip Hofnung`u (Umut İlke, 3 cilt, 1954 - 1957) yayımladı ve hukuk tarihi konusundaki kitabı olan Abriss der sozialen Utopien` (Toplumsal Ütopya Taslağı) ikinci baskısını gerçekleştirdi.
Ernst Bloch, 1957 yılında revizyonizmle, 1959'da da gençliği kötü yola sürüklemekle suçlanarak görevinden alındı ve emekli edildi. Aynı süreçte bütün yapıtlarının yayımlanması sürüyordu. 1961 yılında bir ziyaret için gittiği Beyrut'tayken, Berlin duvarının inşasına başllanınca, Batı'da kalmaya karar vererek Tübingen'e yerleşti. Burada Tübingen Üniversitesi'nde görev alarak yazarlığı sürdürdü. 1968 öğrenci hareketine eleştirel ama güçlü bir destek verdi. 1972’den itibaren sayısız ödülle onurlandırıldı. Öldüğünde üç bine yakın öğrencinin meşaleli yürüyüşüyle uğurlandı.
Bloch, en çok inançlar sorunu üzerinde durdu. Marksist bir görüş açısından Stalinizm'e karşı çıkarak, "ütopyalar"ın her zaman varolduğunu ve varolması gerekliliğini savundu. Ernst Bloch'a göre toplumsal ütopya, yabancılaşmanın tersine insanın bilinçlenmesine yardımcı olan temellerden biridir ve ona bütünsel bir tarih görüşü kazandırır.
Fazlasıyla güzel günler, pek de incelikli resmedilen erdemler bir yanılsamadır; coşkusuyla kendimize moral verebiliriz ama, gülünçlük raddesine dek varabilen zıddına dönüşmeden de hiç kimse uzunca bir süre [yanılsama] içinde yaşamaya dayanamaz…
Kim olduğumuzu ve aslında ne zaman yaşadığımızı bugüne dek kimse bilmiyor. Sonrasında nasıl ve nereye gittiğimiz daha da karanlıktır; ölenler çekilir giderler, ama ne olarak?
"Fazla yakın yaşarken, görmüyoruz, akıp gidiyoruz. Yani bunun içinde ne olduğu, aslında bizim bunun içinde ne olduğumuz, yaşayabildiğimiz şeyle bir türlü örtüşmüyor. Bu, insanın olduğu şey değil, insanın demek istediği şey ise hiç değil."
Politize edilmiş felsefenin en iyi örneklerinden biri olan ve şahsen çok beğendiğim kitaplardan oldu. Özellikle varlık felsefesi ve varoluşçu felsefenin bir tür harmanı diyebileceğimiz felsefi duruşu politize ederek daha ofansif bir felsefe biçimi ortaya çıkarmış yazar.
"İnsan, henüz bulunması gereken bir şeydir." diyerek insanı ütopik bir noktaya koymuştur. Bu ütopik kimlik üstünden insanı ve insanlığı bilgi ve tecrübe noktasında edinmiş olduğu birikimler ile kendini aşmasının yolunu açtığını savunmuştur. Dolayısıyla kitapta sıkça konusunu açtığı sanat, ideoloji ve din başlıklarına göz attığımız zaman insanın bu alanlarda hep daha iyisini aradığı için sürekli bir gelişim ve değişim halinin olduğunu görebilmekteyiz.
Yazarın varoluş ile ilgili görüşleri kitabın en sarsıcı noktalarını oluşturuyor. Özellikle gündelik yaşamdan verilen örnekler oldukça yakaladı beni. Çok etkili* bir kitap. Tavsiye ederim okumanızı.
20. yüzyıl başında avrupada ortaya çıkmış modernizm ve realizm tartışması, dönemin estetik anlayışının da yol göstericisi olmuştur. bu tartışmaya frankfurt okulu düşünürleri de katılmış, Bertolt Brecht dahi sanatın toplum karşısındaki vasfı ve niteliği üzerine yazdığı makalelerle bu tartışmaya katılmıştır. bu tartışma süreçlerinin kilit metinleri bu özel kitaptadır. bu eser aydınlanmanın estetik ile olan ilişkisi üzerine değerli bir kaynak. hem içerik açısından hem elitizm, hem popüler kültür, hem etik, hem form açısından oldukça iyi kaynakçadır.
20 yüzyılın başında çıkmış olsa da geçerliliğini devam ettiriyor çünkü sanat artık endüstrileşmiş, finansal bir alana geçmiş yani ileri realizm sancıları yaşıyor. ve ciddi şekilde şehirli toplumun yaşayışını belirleyen modernizm ise realizmle çatışmaya devam ediyor. dolayısyla yol gösterici olamaya devam ediyoru bu eser.
günümüzü anlamak için birer bir.
Umut İlkesi için Bloch'un magnum opusu diyebiliriz.Bu eserde Eski ve Yeni Ahit teki hikayelerin ve mitolojik karakterlerin kelt yunan ve roma mitolojisine kadar uzanan bağlantılarının Blochçu yorumunu okuması gerçekten yorucu ve bir o kadar da zevkliydi.Kendisi de bir sosyalist olan Bloch İsa'nın öğretilerinde sıkça karşımıza çıkan ''Tanrısal krallık'' imgesi ve kilise babalarının ütopistlerin hayalini süsleyen sosyal ütopya algılarını didik inceliyor ve bunların üzerine kendi umut ütopyasını inşa ediyor. Ortaçağ köylü savaşlarının öncüleri olan john Ball John Wycliffe Müntzer vb. reformcuların mücadelelerini de Marx'ın sosyalizmiyle karşılaştırarak anlatıyor.Ayrıca psikolojik tahliller yaparak da sizi Freud'un oedipusundan dan gerici dediği jung un arketiplerine oradan da Adlerin bireysel psikolojisine kadar keyifli bir geziye çıkartıyor.Okuması gerçekten keyifliydi herkese okumasını tavsiye ediyorum.