Koltuk var, halı var, sehpa var, televizyon yok. Televizyon yok mu diye sordum. Şaşkın şaşkın baktı Cafer, yok dedi. Baban nasıl maç izliyor, dedim. İzlemez, dedi. N’apar peki? Kitap okur, yazı yazar.
"Nedir ki aylar, yıllar. Uçar gider suda. Hem bir bekleyenin olursa geride, belki de daha kolay olur her şey.
Suda her şey daha mı kolay acaba, diye düşündüm. Unutmak daha kolay, ölmek daha kolay belki..."
Bir tabak ısıtılmış Antep fıstığına yüz lira ödeyecek olsa bile bunu dert edecek değildi şuan. "Ne olacaksa olsun, inceldiği yerden kopsun" diye girmişti kapıdan içeri. ( Pardon, içeriye girilmiyordu burada ; kapıdan sonra aşağı, daha aşağı, daha da aşağı iniliyordu.)
Kendi düzenimin peşine düşüyorum. Doğduğum, büyüdüğüm, okuduğum, para kazandığım şehri, artık benim olmayan evleri ardımda bırakarak. Bedeli neye mal olursa olsun asla pişmanlık duymuyorum. Kendi zincirlerimi kendim yaparak, kendi ayaklarıma takıyor, bağlıyorum. Özgürlüğüme kavuşuyorum.