Oğlu üç yıl sonra eve döndü, şimdi bir komünist. Benden oğlu için dua etmemi istedi. O kadar da iyi bir çocuk ki. Bu sabah onunla biraz sohbet ettim, komünist olduğuna inanamıyorum. Hiç değişmemiş gibi...
Hava kararırken penceremde sesler duydum. Yaralı yüzlü moruk bir kedi duruyordu penceremde. Pencerenin arkasından bana bakıyor, burnunu cama sürtüp beklenti içinde yalanıyordu. Dikkatimi işime verdim, birkaç dakika sonra başımı kaldırdığında ona iki kedi daha katılmıştı, sadaka dilenen öksüz çocuklardan farkları yoktu. Dayanamadım. Asansöre binip kafeteryaya indim, çöp tenekesinde birkaç dilim salam buldum. Salam dilimlerini bir peçeteye sarıp yukarı çıktım. Pencereyi açtığımda içeri daldılar, büyük bir açlıkla elimden yediler.
Du Mont'un kahkahasını duydum. Bürosunun kapısının önünde duruyordu, kollarında İran kedilerinden biri.
"Kedici olduğunu anlamıştım," dedi. "Gözlerden belli olur."
Nasıl arayabilirdim ki onu? Ayrıca neden? Onu, mahvına sebep olan bu acımasız dünyaya geri getirmek neye yarayacaktı? Şafak sökerken yüreğim kan ağlayarak dönüş yürüyüşüne başladım. Camilla tepelere aitti artık. Tepeler saklasın onu! Tepelerin mahrem yalnızlığına dönsün!
Taşlarla ve gökle yaşasın, rüzgâr uçursun saçlarını sonuna dek. Bırak o yolda gitsin.