İlksöz: Savaşın içindeki cennet.
İkinci Dünya Savaşı adım adım yaklaşmaktadır. Almanlar'ın Fransa sınırına yaklaştığı bilinen ama henüz yüzleşilmeyen bir gerçektir. Orange asteğmen olarak Fransa Belçika sınırında ormanlık alanda bir yerde görevlendirilir. Korugan denilen bu yapıdan sınır gözlenmektedir. Orange'nin görevi bu koruganda, komutasındaki birkaç askerle birlikte Alman askerinin gelişini beklemektir. Almanlar görülünce hemen iç bölgedekilere haber verilecek, Alman ilerleyişi yavaşlatılmaya çalışılacaktır. Savaş adım adım yaklaşmaktadır ama bu bekleyiş sürecinde Orange ve askerlerin yaşadıkları savaştan çok uzak şeylerdir.
Aslında fikir olarak güzel bir düşünce "savaşın göbeğinde savaşsız bir ortam sunmak". Zaten bundan dolayı uzun zamandır merak ettiğim bir eserdi. Ama belki ormanlık araziye ait tasvirlerin çokluğu belki hikâyedeki süregiden durgunluk mu bilmem bir türlü kitap ile bütünleşemedim. Yazarın bunları bilerek yaptığının da bilincindeydim: orman ve doğa tasvirleri savaşın içindeki cennetti, durağanlık da savaşın zıttı huzur. Ama dediğim gibi bir türlü yıldızımız barışamadı.
Son olarak kitap Sel ve Yapı Kredi'den Ormanda Bir Balkon adı ile yayımlanmış.
Okuyanların benden daha çok keyif alması dilekleriyle. Kitapla. Sağlıcakla.
.
.
.
Sonsöz
Burada hayal kuruyorum. Hepimiz hayal kuruyoruz. Ama neyin hayalini?
.
.
.
"Belki de ben öte taraftayım," diye düşündü arı bir rahatlık ve mutlulukla ürpererek;
kendini hiçbir zaman kendisiyle bu denli senli benli hissetmemişti.
Hani derler ya herkes başka yerde sanki,sürekli olarak başka bir şey düşünüyor. Sokakta rastladığım yüzler bende çoğu zaman hiza bozulmasın diye yıkılmayan boş evlerin cephesiymiş izlenimi uyandırıyordu.
Çocukluğumdan beri yaşamımın ipini geren derin duygu, içimde giderek kök salan bir kaybolma duygusu olmuştu; bana öyle geliyordu ki yaşamın çevremi ılık bir ışık demeti gibi bütünüyle sardığı büyük çocukluk yolundan başlayıp ara sıra bir saniye için de olsa şaşırıp bomboş kalmış bir sokağın pinti ve köhne yankısını yakalamak için giderek daha tenha yollara sapmış, böylelikle dünyayla teması yitirmiştim. Giderek kasvete bürünen kırsalda, büyük bir ırmak olan haykırışları ufkun gerisinde hiç durmadan çağlayanlar gibi homurdanan en önemli kamuoyu tepkisinden uzakta, yolumdan sapmış olarak yokluğun içinde yol almıştım.
Ruhumuz, iç mırıltılarından ve onu istila eden bir sürü gürültü patırtıdan arınmış, kulağımızda çınlayan o nota ruhumuzun gerçek gücünü bütünüyle harekete geçirip neşesine kavuşmuştur. Böylelikle, bize armağan edilmiş yaşamın içtenliği ölçüsünde gücümüze ve neşemize yeniden kavuşuruz, ne var ki o notanın tınısı kimi zaman pestir ve bizi, bir gezginin mağarayı çınlatan ayak sesleri gibi şaşkınlığa düşürür. Çünkü uyku esnasında içimizde bir gedik açılmış, düşlerimizin zorlamasıyla yeni bir duvar yıkılmıştır ve bundan böyle, kapısı ansızın bir mağaraya açılan, aşina olduğumuz bir odada yaşıyormuş gibi günlerce yaşamamız gerekecektir.
Olta mantarlarının dingin suya battığını gören balıkçı gibi, bedenimden tepeden tırnağa bir dalganın geçtiğini, kendimi bütünüyle bir vazgeçişe bıraktığımı hissettim.