“Sanayileşmiş dünyada yoksulluk, vücudu yavaş yavaş tüketen kronik bir hastalık gibidir. Büyük kentlerin yoksul semtlerinde insanlar olduklarından yaşlı görünürler. Yaşınız ne olursa olsun, yoksulsanız zaman hızlanır; organlarınız daha çabuk eskir. Sosyal sınıfları insanların bedeninden okuyabilirsiniz.”
This text has been automatically translated from Turkish. Show Original
The year 1946 marks a new turning point in the history of Republican Turkey, both politically and economically. As a requirement of the parliamentary regime, the broad masses of the public are no longer spectators but actors on the social stage. After this date, at least from election to election, political governments will have to take into account the economic and social demands of large segments of the population such as workers, peasants and tradesmen, and respond to them in one way or another. This necessity would result in the constant inclusion of elements that could conflict with the short-term interests of the wealthy classes in economic policies and distribution relations. In some analyses, ''populist'' The prerequisite for this environment, which is also described as a regime, not to come out of the control of the ruling classes and not to harm their long-term interests is that a leftist political opposition that claims to directly represent and/or organize the popular classes is not allowed to develop as an alternative to the government. As a matter of fact, this is what happened in Turkey. After a short-lived attempt at widespread democracy, at the end of 1946, leftist parties and their parallel unions were closed and the socialist movement was pushed out of legal politics.
1908 sonrasında İttihatçıların ve 1923 İzmir İktisat Kongresi'nden sonra Kemalistlerin modern bir kapitalist ekonominin oluşması için öngördükleri ana mekanizma, devletin bireyleri zenginleştirecek ortamı ve desteği sağlaması; böylece oluşacak (ve kısmen siyasi kadrolardan kaynaklanacak) yeni burjuvazinin yabancı sermayeyle (''eşit koşullarda'') işbirliği ve ortaklık ilişkileri içine girerek gelişmeyi ve sanayileşmeyi gerçekleştirmesiydi. Sanayileşmeyi kolaylaştıracak ''ölçülü ve ılımlı'' bir korumacı rejim yeğlenmekteydi; ancak 1908-1929 yıllarının uluslararası konjonktüründen ve Türkiye'nin özel durumundan doğan nesnel sınırlamalar Türkiye ekonomisinin dünya ekonomisiyle esas olarak bir ''serbest ticaret-açık kapı'' ortamı içinde eklemlenmesi sonucunu veriyordu.
Bu mekanizmanın işlediği yirmi yılı aşkın süre içinde istenen doğrultuda bazı sonuçların elde edildiği gözlemlenmiştir. Örneğin, devlet desteğinin, bireylerin zenginleşmesinde etkin bir yol olduğu ortaya çıkmıştır: Müslüman-Türk ticaret burjuvazisi ile siyasi kadroların ve yüksek bürokrasinin işbirliğinden, geleneksel (ve gayri müslim) komprador ticaret burjuvazisinin işlevlerini kısmen de olsa devralabilen, bazı hallerde yabancı sermayeyle işbirliği içinde kurulan imtiyazlı şirketlerin tekelci kazançlarından nemalanan bir yeni zenginler tabakası oluşmuştu.
Ayrıca, siyasi dönüşümlerin önemli iktisadi uzantılar olabileceği de malûmdur. Ancak, siyasi ve iktisadi gelişmeler arasında bu türden etkileşimlerin varlığı, bu gelişmelerin önemli gecikmeler ve zaman kesintileriyle sonuç verdiğini görmemizi engellememelidir.
Negatif toplumsal yatırımlar, tarım dışına kaynak aktarımı ve göç, sanayileşmeye dönük bir "ilkel birikim" yöntemi işlevini de göstermemiştir. Hatırlatalım ki, bu süreçlerin hızlandığı 1980'ler, aynı zamanda sanayi yatırımlarının da milli gelirdeki payının ve reel düzeyinin çarpıcı biçimde gerilediği yıllardır. Böylece, tarım sektörü, sanayileşme için değil, finans kapitalin ve rantiyelerin iktisadi egemenliğini sağlamak için ipotek altına alınmıştır.