Gelecekteki tıp fakültesi öğrencilerinin gözünde bir gizem olmak istiyordum: Bu kadın kimdi? Ne iş yapıyordu? Buraya nasıl gelmişti?
Elbette bu gizemi kadavramı rutin bir şekilde bağışlayarak da kolaylıkla yaratabilirim.
Sonuçta saygınlık denilen şey tamamen bir ambalajdı. Yoksa ölüp gitmenin saygın bir yolu yoktu. Çürümenin, yakılmanın, teşrihin, doku emiliminin ya da gübre haline gelmenin bir farkı yoktu. Sonuçta hepsi bir ölçüde "nahoş"tu.
Hayatta böyle şeyler de var: gaz, dışkı, irin, sümük, iltihap. Biyolojik canlılarız çünkü. Başından sonuna kadar, doğumdan ölüme kadar bu bize sürekli hatırlatılır. Arada geçen zamanda unutmak için elimizden geleni yaparız.
Bence ölüm bir gemiyle tatile çıkmaktan çok da farklı bir şey değil. Zamanınızın çoğunu sırt üstü yatarak geçirirsiniz. Beyniniz kontak kapatır, cildiniz yumuşamaya başlar. Pek yeni bir şeyler olmaz, sizden de pek bir şey beklenmez.
Ölümün komik bir yanı yoktur, diyeceklerdir. Ama var. Ölü olmak absürd bir şey. Kendinizi bulabileceğiniz en aptalca durum. Kollarınız sarkık ve hareketsizdir. Ağzınız açık kalır. Ölü olmak çirkin görünümlü, kötü kokulu ve utanç verici bir halde olmaktır. Ve bu konuda yapabileceğiniz en ufak bir şey de yoktur.
Kalp nakil uzmanları bile zaman zaman kalbin bir pompadan ibaret bir şey olduğu kavramını kabullenmekte zorluk çeker. Öz'e ruhun bedenin neresinde bulunduğunu sorduğumda "Tamamen beyinde olduğunu sanmadığımı söylemekle yetineyim. Birçok açıdan varlığımızın özünün kalpte bulunduğuna inanmak gerekiyor." dedi.
Dolaşım sistemini keşfetmesiyle tanınan 17'nci yüzyıl cerrah ve anatomisti William Harvey'in tıp tarihindeki bir ünü de, öz babasını ve kız kardeşini teşrih edecek kadar davasına bağlı ender insanlardan biri olmasıydı.
Adam asmaca -kulağa eğlenceli bir oyun gibi gelse de- epey ürpertici bir eylemdi. Adam asmaca, cesedi normal şekilde astıktan sonra darağacından indirip katrana batırmak ve bedenini düz bir kafese soktuktan sonra tüm kent halkının görebileceği bir yere asarak çürümesini ve kargalar tarafından parçalanmasını beklemek anlamına geliyordu.