“Aşk da dinazorlar gibidir, bütün dünya onların ölümünü düşünerek oyalanır.”
Bir müzede, dinazor iskeletinin önünde başlayan bir aşk.
Kendisi de emin olmamakla birlikte 100 yaşında olan bir kadının anılarından tutkulu bir aşkı dinliyoruz. Evli bir adama duyduğu saplantılı, yoğun duygulara kendini bırakıp toplumun üzerine yüklediği rollere
bir insan bizi değiştirmeyi başarabilir.
arzuladığımız hatta içimizde sarsılmadan ya da uyanmadan gizli durduklarını bildiğimiz özellikler, aşık olduğumuz saniye, onlarla birlikte yaşamaya alışkın olduğumuz öteki özellikleri kovarlar.
bir daha kendimizi tanıyamayız. daha güzel, daha uysal, daha bilge oluruz. kibrimizden ve fesatlığımızdan kurtuluruz. en kötü düşmanımıza boyun eğecek durumdayızdır.
her ağacı, her caddeyi, her dakikayı mutluluğumuzla ışıtırız ve onların o zamana kadar keşfedilmemiş güzelliklerine şaşırırız. kendimizi gökyüzüyle, yağmurla, rüzgarla bir hissederiz.
nihayet bu dünyaya aitizdir ve nihayet artık bu dünyaya ait değilizdir.
İnsanların, iddia ettikleri gibi, aşka yeteneksiz olduklarına inanmıyorum. Gençlik aşkı yaşamamış, zamanını bilemeyecek kadar erkenden ölüm korkusuyla aşklarını haykırmış mutsuz ruhlar tarafından buna inandırılıyorlar.
Sevdiğim hiç kimse beni sevmemişti; beni seven hiç kimseyi sevmemiştim. Bir arıza ya da kibir. Mutluluk ulaşılmaz olandı. Ulaşılabilen ise, sahte mutluluk olmalıydı.