"Yağmurun yağışı, insanların bu kaçışmaları, kırışıklarla dolan ufalmış yüzler, telaşlar güzel diyorum... Gülmeyeceklerini bilsem, hem valla hem billa atacam kendimi bir gökyüzü ıslaklığının içine. Ama çekiniyorum, yanımdakilerin diyecekleri beni ilgilendiriyor. Ne karışıyorlar, onlara mı bağlıyız biz, serbestçe yaşayamayacak mıyız, içten gelen bir şarkı söyleyemeyecek miyiz, sövmeyecek miyiz, diyemiyorum. Bizi tutan bir şey var. İnsan öylesine hür olmalı ki... İstek olmaktan ileri gidemiyor bu geçirdiklerim. Bileklerimi bağlıyorlar, içimi de bağlıyorlar..."
Sivas'ta otuz yaşlarında bir kadın, evinde çocuklanyla birlikte otururken birden kapıyı, pencereleri kapamış, yedi aylık ve bir yaşındaki yavrularını bıçakla keserek öldürmüştü; aynı bıçağı boğazına saplamış ama kurtarılmıştı. Miniklerin can çekişmeleri annelerine yakarmaları, ellerine sarılmaları, gözlerinde saptadıkları anlamlar... Ruhunu titretiyordu
Ve bir gün o kadın gibi delirmekten korkuyordu.
"Herkes her an delirebilir," dedi Birsen. 'Şurda delirsen de bir görsem."
"Kim bilir ne derdi vardi," dedi Raziye. "Belki de kocasına kızmış, hıncını çocuklardan
almıştır." "Ama çocukların ne suçu var?" dedi Raziye.
"İnsanın kafası kızdı mı çocuk çocuk vız gelir,
dedi Birsen.. "Sen öyle bir şey yapabilir misin?" dedi Raziye.
"Bilmiyorum ama o tel bir kere koptu mu gözümün bir şey göreceğini sanmıyorum," dedi soguk bir sesle; derken sesindeki soğukluğu daha da soğutarak bakışlarına aktardı, Raziye'nin güzelliğiyle övündüğü gözlerine geçmişle bugün arasında doğan, büyüyen, yetişen nefretleri ince bir alay türüne sararak boşalttı.