"Sinemacılar" çağının başlangıcı, Türkiye'nin toplum yaşayışındaki önemli bir olaya, çok partili düzene geçiş döneminin serbest seçimler sonundaki iktidar değişikliğiyle tamamlanmasına rastlamaktaydı. Cumhuriyetin kuruluşundan beri Türkiye'yi yöneten tek parti, iktidarı başka bir partiye devretmişti. Hiç şüphesiz bu büyük bir adımdı. Bununla birlikte, daha ilk günden baş gösteren olumsuz gelişmeler de vardı. İktidara geçenlerin ilk zamanlarda, yıllardan beri süregelen sıkılardan bazılarına, son vermeleri; düşen iktidarın henüz yalnız kusurlarıyla uğraşılması, daha bir seçim öncesinden başlayan gerici hareketin yeni dönemle birlikte büsbütün hız kazandığını birçok gözlerden saklıyordu. Oysa, Atatürk devrimleri daha ilk günden tehlikeye girmişti. İktidarın başı daha iş başına geçişinin yirminci günü, bu devrimleri "millete mal olmuş ve olmamış" diye ikiye bölüyordu. Bunun yanı sıra, eğitim alanında, özellikle ilköğretim seferberliğinde gerilemenin başlaması ,Anayasa dilinin değiştirilmesi, dil devrimine her fırsatta hücuma geçilmesi, kültür ve sanat alanlarında daha önceki dönemde girişilen çalışmalara son verilmesi bunu izledi. Eğitim alanında, özellikle ilköğretim seferberliğinde gerilemenin başlaması, Anayasa dilinin değiştirilmesi, dil devrimine her fırsatta hücuma geçilmesi, kültür ve sanat alanlarında daha önceki dönemde girişilen çalışmalara son verilmesi bunu izledi.
Demokrat Parti zamanında sinemamızda Amerikan etkisi
Demokrat Parti döneminde
Amerika'nın, filmlerini bir propaganda aracı olarak Türkiye'ye
sokmak için, döviz güçlüklerine rağmen bazı kolaylıklar göstermesi, beyazperdemizi Amerikan filmlerinin kaplamasına yol açtı. Bunun sonucu olarak son on yıl için büyük bir ilerleme gösteren çeşitli ülkelerin filmleri, çeşitli akımların örnekleri Türk sinemacılarına ve seyircilerine ulaşamadığı gibi, Amerikan sineması da çok kez, en kötü örnekleriyle temsil ediliyordu. Resmi Türk sansürüne ek olarak, gizliden gizliye Amerikan Haberler Bürosu'nun yürüttüğü sansür, en iyi Amerikan filmlerinden çoğunun beyazperdeye ulaşamamasına yol açtı. Öte yandan, Amerikan filmlerinin ölçüsüz derecede yurda girişi, her yıl biraz daha artan yerli filmlerin beyazperdede güçlükle yer bulabilmesi sonucunu doğuruyordu.
Akad Türk sinema dilinin ilk değerli örneklerini verdi
Ertuğrul sinemayı ne kadar "tiyatrolaştırmış" ise, Akad bu temeller üzerine kurulan sinema-tiyatro'ya o kadar sinema özellikleri kazandırmıştı.
Türk sinemasının sinema diline bir türlü kavuşamaması, bu dille konuşmasını bir türlü öğrenemeyeceği sanısına yol açtığı sırada,
Akad bu dilin ilk değerli örneklerini verdi.
Teknik bakımdan daha çok Amerikan gangster filmlerinden; tema, tutum ve duyuş bakımından Fransız "kara filmleri" "şairane gerçekçi" akımın örneklerinden oldukça etkilenen Akad'ın en büyük özelliği de, bu etkileri tamamıyla "yerli" bir hava içinde verebilmesiyle birlikte filmlerine "sinema" niteliğini katabilmesiydi
Geçiş çağı rejisörleri bir yana bırakılırsa, "sinemacılar"
çağının asıl temsilcileri Akad'dan sonra sırasıyla Metin Erksan,
Atıf Yılmaz , Osman Seden ve Memduh Ün'dü.
1951'de, şair-ressam Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun halk şairi Aşık Veysel'in hayatı üzerine hazırladığı senaryo, Nedim Otyam tarafından yüzüstü bırakılınca rejisörlüğü Metin Erksan'a verildi. Bir çiçek salgını sonunda küçük yaşta gözlerini kaybeden şairin hayatını filme almak, o vakit Ankara ve Istanbul'da kendisine yardım olsun diye yapılan jübilelerin uyandırdığı ilgi sonunda ve bu yardımı genişletmek düşüncesinden doğmuştu; yani bir çeşit "hayırseverlik" olacaktı. Bu pek sağlam olmayan çıkış noktasına rağmen, Eyuboğlu'nun, şairin doğduğu Sivralan köyündeki incelemeler sonunda hazırladığı senaryoyu çevirmek üzere Devlet Tiyatrosu'ndan iki yeni oyuncu -Aclan Sayılgan, Kemal Bekir-, İzmir'den yeni gelen Ayfer Feray, filmin türkülerini okuyacak Devlet Operası sanatçılarından Ruhi Su' dan meydana gelen birliğin Aşık Veysel'in köyüne gitmesi, gerçekçi bir köy filmi çevrileceği umudunu vermişti. Film 1952 sonunda tamamlandı, fakat sansürce geri çevrildi. Yapımcıların bir yıl süren uğraşmalarından sonra büyük kesintilerle 1953 sonunda
piyasaya çıktı. Gerçekte sansürün filme itirazı, filmle doğrudan
doğruya ilişkisi olmayan nedenlere dayanıyordu; bundan
dolayı da yapılan değişikliklerin asıl filmde büyük aksaklıklara
yol açtığı söylenemezdi.