Evlerimizin balkonlarında civciv beslerdik. Pazarlarda ve sokak aralarında
satılan civcivlerden beş-altı tane satın alır, yazın evlerin balkonlarında,kışınsa odada kuytu bir köşede yetiştirmeye çalışırdık.
Bizim mahallenin kızları vardı. Herkes onları neredeyse kardeşi gibi görür, diğer mahalle delikanlılarından korumaya çalışırdık. Arada birimiz birine âşık olur, diğerlerimiz daha da sahiplenirdik bizim mahallenin kızını,bacımızı.
İhtilali gerçekleştirenler ise adil olduklarından dem vurup, utanmadan “Soldan ne kadar adam astıysak sağdan da o kadar astık,” diyerek, erdemlerini ve adalet duygularının ne kadar eşit olduğunu dile getiriyorlardı.
Cin Ali :
Dünya tarihinin en basit çizgilere sahip, en uyumlu, düzgün, ahlak lı kahramanı. İlkokul kitaplarında bir seri olarak yayınlanmış olup, ço cuklara işte iyi bir çocuk böyle olunuru anlatmak ve okumayı öğret mek için yapılan bir çalışma. Hiçbir zaman cinliğini göremediğimiz ama dişlerini fırçalayan, hayvan sever, kitap okuyan okula giden bir çöp çocuk. Sadece kendisi çöp değil, babası anası da, arkadaşları, hay vanları da çöpten. Bunları birbirinden ayıran özellikleri; babasında bı yık ve kravat, atın koca kafası, kuzusu aynı, fili aynı... Cin Ali sürekli top atar, tutar, kırbacı ile topaca vurur, fil onu tıraş eder dururdu.
Toplu konutların inşaatına başlandıktan sonra sokak aralarındaki boş arsaların da suyu ısınmıştı. Bir bir hepsi dolmaya başladı. Etrafımız şantiyeye dönmüş, önce boş yerler sonra da birkaç katlı küçük evler yerlerini yüksek katlı apartmanlara bırakıyordu.
İnşaatlar devam ederken çevrelerindeki topraklar suyla sürekli meşgul
olunduğu için çamur olurdu. Biz de çamurdan kartopuna benzer toplar yapar ve bunları bir apartmanın yan duvarına, en yükseğe yapıştırmaya çalışırdık. Yani bir apartmanın yan duvarı, orada da bir inşaat olacak ve bu çamurlar oraya atılıp yapıştırılmayacak? İşte bu olacak işlerden değildi.
Çok sert geçen, belki adına oyun bile denmeyecek bir garip hareketler silsilesidir. Aklı başında birinin tercih edeceği bir oyun değildi bu zımba. Bir kale ve oyun alanının sınırları çizilir. Ebe olan oyuncu bu çizilen kale içinde, diğer oyuncularsa az uzaklara sıralanır ve ebe olan: “Bir, iki, üç, zımbaaa!” dedikten sonra tek ayağı üzerinde sek sek yaparak, diğer oyunculara dokunmaya çalışırdı. Eğer ebe bir oyuncuya dokunursa, kendisi de dahil olmak üzere diğer oyuncular bu yeni ebeye, kalesinin içine girene kadar tekme atarlardı. Eğer ebe kaleden çıkarken bir yanlışlık yapar ya da ayağı yere değerse herkes onu tekmelerdi. İşte bu da böyle garip ve sert bir oyundu. Ama bu oyunu da oynamak yine çok zevkliydi.