Köyde kimse konuşmuyor. Yazlık olan her şeyin rengi soldu. İğde ağaçları çakıllara değiyor zeytin ağaçlarının arasından. Deniz. Topuklarıma değiyor. Dizime kadar geliyor. Ağaç tekneler birbirleri üzerine aborda oluyor.
Suskunluk ve büyük ruh ağırlığı. İnsanı kederden nefessiz bırakan eski Rus tangoları... Bu sesleri duyduğunda yere çöktü Müsü. Köyün tepesinden bir yerde bu müziği dinlemek daha iyi geldi ona. İkizler çok kederli çalıyorlardı. Eski Rus kentleri görmeye başladı düşünde Müsü.
Tedirginlikti Anya. Belki de bütün güzelliklerin in sanı kıpırtısız bırakıp kendi suyuna çekecek olması kadar ürpertici. Koca koyu bir denizin içine düşmek ve bir daha çıkamamak. Hep yüzeye yansıyan güneş ışığına doğru çıkmak isteyip çırpınmak. Nefessiz çırpınmak. Ölüm kabuslarından uyanır gibi koyu.
Prostia’ya sonbaharın geldiği sadece sessizlikten anlaşılır. Dağlar morarır. Zeytinlikler geceleri birbirini suskunluğa davet eder. Herkes birbirinden çekinir. Artık uzak konuşmalar zamanıdır. Köyün en büyük sesi, Bostanlık Koyu’ndaki kırmızı kiremitli ilkokuldan gelir. Teneffüslerde.