Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Yaşar Atan

Yaşar AtanAkdeniz Mitologyasından Efsaneler yazarı
Yazar
Çevirmen
8.0/10
10 Kişi
53
Okunma
3
Beğeni
1.389
Görüntülenme

Yaşar Atan Sözleri ve Alıntıları

Yaşar Atan sözleri ve alıntılarını, Yaşar Atan kitap alıntılarını, Yaşar Atan en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
"Latin ozan Vergilius; birçok tarihçiye ve sanatçıya konu ve esin kaynağı olan Aeneis adlı destanını bitiremedi. Bu destan, Troya yakılıp yıkıldıktan sonra, Troyalı Ayneyas'ın yeni bir krallık kurmak üzere giriştiği İtalya yolculuğunu anlatıyordu. Böylece Vergilius, Roma İmparatorluğu'nun geçmişini Troya'ya dayandırmakla, Batı uygarlığının, Akdeniz uygarlıklarından kaynaklandığını çok belirgin olarak ortaya koymuş oluyordu..."
Tanrılar, aslında insanoğlunun elleriyle yakalamak isteyip de yakalayamadığı kendi gölgesinden başka bir şey değildi...
Reklam
Yaradılışı gereği insanoğlu, daha gözlerini dünyaya açar açmaz, hemen çevresini bilip tanımak ve onu kendince dönüştürmek isterdi. Bu yüzden de hep olağanüstü güçlüklerle boğuşmak zorunda kalır ve haliyle tam anlayamadığı bu güçlük ve engelleri, "tanrılar"la özdeşleştirirdi.
Her halkın, örneğin Eskimoların bile bir mitologyası vardı. Ne var ki safkan bir mitologya yoktu... Olamazdı da... Çünkü efsaneler, tarih boyunca uluslardan uluslara anlatılmış; hayvancılıkla geçinen göçmen kavimlerle, savaşa çıkmış gezginci ordularla ülkeden ülkeye, kıtadan kıtaya dolaşmıştır. Efsanelerdeki tanrılar ve kahramanlar da haliyle geldikleri yeni ülkelerin tanrılarıyla, kahramanlarıyla tanışıp evlenmişler, yeni soylar üretmişler, değişik dönüşümlere ve yorumlara uğramışlardı...
Oidipus, Tebai krallığının sınırından geçerken, o aslan bedenli Sfinks denen canavar, hemen kayalıklardan inip yakasına yapıştı: "Söyle bakalım ey yabancı," diye başladı. "Hangi yaratığın sabahleyin dört, öğleyin iki, akşamleyin de üç ayağı olur?" Oidipus biraz düşündükten sonra; "İnsan denen yaratığın..." yanıtını verdi. Sfinks kulaklarına inanamadı. Neden?" diye sordu hemen. Oidipus da; "Çünkü insan çocukken elleriyle ayaklarıyla emekler; dört ayaklı olur. Büyüdüğü zaman dimdik, iki ayağı üstünde yürür; haliyle iki ayaklı olur. Yaşlanınca bir de değnek alır eline, öyle yürür... Üç ayaklı olur!
Reklam
Sırılsıklam aşk içinde yaşayan ozan Dafnis; sevgilisi perikızı Lika üstüne coşkulu ezgiler dillendiriyordu durmadan; yeni yeni şiirler üretiyordu. Ama bir süre sonra Afrodit; bu kez bir başka perikızına tutulması için yeniden aşk okları saldı ozan Dafnis'in yüreğine. Hem de en yakıcı oklardan! Bir başka perikızıyle düşüp kalkmaya başladı. Olup bitenleri öğrenen Lika da, sözünü tutmayan vefasız çoban Dafnis'in gözlerini kör etti!..
Amazonlar ve sünnetin kökeni
Çok doğal olarak dünyanın neresinde bir insan toplumu varsa, o toplum başlangıçta anaerkil bir toplumdu; orada egemenlik ve söz kadınındı. Çünkü kadının çocuk doğurduğu, ama erkeğin buna pek bir katkısı olmadığı o zamanlar da biliniyordu. İlk tohumlanma süreciyle doğum arasındaki o uzun dokuz ayda, erkeğin varlığı ve katkısı zaten unutulup gidiyordu... Amazonlar; Sümerlilerin İnanna dedikleri Anatanrıça Kibele'ye tapıyorlardı. Ve erkekleri de, hem evlerde hem tarlalarda köle olarak kullanıyorlardı! İşte bu erkek köleler bir gün ülkelerine gelen bir yabancıdan, dünyamızda Zeus adında erkek bir Baba Tanrı'nın ortaya çıktığını duydular. Bunun üzerine onlar da bir kadın olan tanrıça Kibele'yi bırakıp Zeus'a tapmaya başladılar... Bunun ardından da; "Biz babayız, asıl tohum bizde. Kadınlarsa tarladan başka bir şey değil!" diye böbürlenip diklenmeye başladılar! Bunun üzerine Amazon kadınlar da, egemenliklerini korumak için bir gecede, şımarık ve isyancı erkeklerin üreme organlarını dipten kesip tanrıça Kibele'ye armağan ettiler!.. (İşte bu dipten kesme geleneğinin hafifletilmişi olan sünnet uygulaması da, Amazonların bir armağanı olmalıydı!..)
Ölümlü biri olarak zaten sınırlı olan gücüne karşın Sisyphos; aklı ve ondan kaynaklanan kurnazlığıyla tanrılara hep kafa tuttu. Yeni yeni buluşlarıyla, inatçılığıyla sürekli kök söktürdü onlara...
Sayfa 252Kitabı okudu
Reklam
Tanrıça Athena, insanoğlunun er geç aklıyla evrenin gizemlerini çözüp onun efendisi olacağını biliyordu.
Sayfa 205Kitabı okudu
İnsanlar gibi tanrıların da, tanrıçaların da sınırsız kıskançlıkları vardı... Özellikle insanoğlunun bütün yaratıkları çok gerilerde bırakan yeteneklerine ve henüz bilincinde olmadığı içindeki saklı doruklarına karşı tanrıların duydukları öfke ve kıskançlık da, anlatılamayacak denli büyüktü. O yüzden tanrılar; insanların hadlerini bilmelerini, tanrılara özgü bilgi ve becerileri öğrenmeye kalkmamalarını isterlerdi... Haliyle onlar için çizdikleri sınırların dışına çıkmalarına izin vermezlerdi…
Sayfa 278Kitabı okudu
Yedi Uyurlar
İsa'ya tapan bu militanlardan yedi kişilik bir örgüt ve köpekleri Kıtmir, Romalı komutanın hışmından ırak durmak için Efes'teki Panayır Dağı'nın eteklerinde buldukları bir mağaraya sığındılar ve gecelerini orada geçirmeye başladılar... Günlük koşuşturmalardan çok yoruldukları bir gün, gene mağaralarında derin bir uykuya daldılar. Ne var ki mağaranın girişine nöbetçi diktikleri köpekleri Kıtmir de katıldı bu derin uykuya!.. (...) Yedi Uyurlar, köpekleri Kıtmir'le birlikte Efes kentini aylarca incelediler. Antikçağdaki halklarla Hıristiyan çağındaki halkların yaşamlarını karşılaştırdılar... Antikçağın nice tanrı-tarıça heykelleri ve sanat yapıtları kırılıp parçalanmış, onların yerine yeni tapınaklar kurulmuştu... Ortada değişen hiçbir şey yoktu: Halk gene belbağladığı yeni dinin papazlarınca sömürülüyor; imparatorlarının yağma ve işgal amaçlı savaşları yüzünden gençler kırılıp kırılıp gidiyorlardı. Halk gene tanrılarla el ele olmuş ağaların beylerin buyruğunda kul ve köle olarak sürünüyordu... Kadınlar gene evlerine kapatılmış kölelerdi... Velhasıl Yedi Uyurlar ve köpekleri Kıtmir; o sömürüsüz, savaşsız ve her türlü köleliğin kalktığı Altınçağın gelmesine daha epeyce zaman olduğunu iyice anladılar... Artık tanrılardan da umutlarını kestiler.
...bir gün gene tapınağın avlusunda omuz omuza vermiş otururlarken ve o ana dek birbirlerine hiç soyleyemediklerini söylemeye çalışırlarken, aniden bir uyuşukluk geldi ikisinin de bedenine... Hemen ayağa kalkmak istedilerse de kalkamadılar... Bedenlerinin dallanıp yapraklandığını, ayaklarının toprakta kök salmaya başladığını gördüler... Bu hallerine bakarak birbirlerine daha candan bakıp gülümsediler... Sonda birisi meşe, diğeri ıhlamur ağacı olarak karşılıklı kenetlenip. Birbirlerine iyice sarıldılar... Kabuklar her ikisinin de dudaklarını örterken, birbirlerine son kez bir şeyler fısıldadılar...
(...) antikçağın sanatçılarına ve düşünürlerine göre tanrısal bir güç sürekli devinim halindeydi ve aynı zamanda o, dünyamızın güç kaynağıydı. Onlara göre tanrı; dünyanın özüne, sürekli ve değişen bir güzellik ve güç olarak sinip yerleşmişti. Ve dünyanın özündeki bu güç; bitkilerin yaşamında, hayvanların sayısız şekilde üreyip bollaşmasında, minerallerin sessizliğinde kendilerini belli ediyorlardı. Ve Olimpos'ta oturan bütün tanrılar da, tıpkı insanoğlu gibi, Toprak-Ana'dan varolmuşlardı.
70 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.