Denizin üstüne bir çarşaf gibi serilmiş ince sis tabakası, insana huzur veren bir görüntü oluşturuyordu. Ama bu güzel manzara onun için hiçbir şey ifade etmiyordu. Bir hastalığın pençesinde olmaktan korkuyordu. Anlam veremediği yoğun hislerin onu esir almasından bu yana yaptıklarından utanç duysa da sanki içindeki ikinci kişilik onu eline geçiriyor, karşı koyamadığı bir çılgınlığın eşiğinde istediğini yaptırıyordu. O çılgınlık anında kötü bir şeyleri tekrar yapmaktan korkuyordu.
Ah insanoğlu hırslarına yenik düşmen ne kadar da acı. Zayıflıklarını dostum dediğine kişiye fark ettirdiğin an sonunu hazırlamış oluyorsun...
Eser tam da bu konuya örnek olacak bir kitap...
Temposu hiç düşmeyen polisiye bir eser okudum. Yazarımız olay örgüsünü nakış nakış işlemiş. Kurgu fabrikada işlenen bir cinayet ile başlıyor ve hiç beklenmedik yerlere doğru uzayıp gidiyor. Yaman Başkomiser Selim ve ekibi katilin bıraktığı ipuçları takip ederek olayı titizlikle çözüyorlar. Kitabın İzmir'de geçmesi ise okurken daha bir keyif almamı sağladı.
Kitabın yazım dili sade ve anlaşılır.
Beğenmediğim tek şey ise olayların hızı oldu. Zira bilgi akışı ve adli raporlar o kadar çabuk geldi ki zaman çizelgesini yazarımız unutmuş gibi hissettirdi.
Polisiye seven okurların kitabı okumasını tavsiye ederim...