Böylece aralarında temkinli bir ölçüp biçmedir başladı, zevkli sürprizlerle, yarı alaycı sinyallerle dolu, edepsiz umutları ve meşum bir sevecenlik türünü canlandıran, karşılıklı bir yoklama. 
Nasıl ki pencerenin dışında gördüğüm ağaçlar bitki değil, toprağa kök salmış varlıklarsa, kitaplar da bana dükkandan alınmış şeyler gibi değil, evin içindeki varlıklarmış gibi gelirdi.
"İnsanların kendilerini bir takım kisvelerin içine hapsetmeleri," diyordu mektupta, "bence çok aptalca. Bir mühendis, ya da doktor veya jeoloğun giysilerinden bahsediyorum ve sonra da derinin bu elbiselere üzerine geçmesinden, yani elbiselerin deriye işlemesinden, ardından da kişinin bunları asla üzerinden çıkaramamasından. İçsel ve dışsal gerçeği inceleme şansı elimize geçtiğinde ve hem güzelliği hem de dehşeti, manevi ile dünyevi olan arasındaki yelpazenin her bir derecesini tecrübe edecek şekilde yaşadığımızda, bu acı ya da mutluluk verecek, bir karmaşa yaratacaktır. Kendimi bu şekilde ifade etmekle abarttığımı düşünebilirsiniz, ancak terk etmem gerektiğini öğrendiğim bir şey varsa, o da entelektüel kibirdir... "
Zamanın asla iyileştiremeyeceği,
Bir keder yoktur;
Bir kayıp, bir ihanet yoktur,
Yarası sağalmayacak.
Öyleyse, avunsun ruhun,
Ayırsa bile mezar
Sevenle sevileni,
Paylaştıkları hayattan.
Gördün mü yağmur dinmiş,
Ve o güzelim güneş ışıldıyor;
Çiçekler nasıl da güzelleşti,
Nasıl da güzel bir gün bugün!
Üstünde fazla düşünme,
Ne sevginin ne de görevlerin;
Uzun zamandır unuttuğun dostlar,
Yaşamla ölümün,
Her şeyi sonuçlandırdığı yerde
Bekliyor olabilirler seni;
Kimse uzun süre yas tutmayacak ardından,
Dua etmeyecek, özlemeyecek de seni,
Yerin hep boş kalacak,
Orada olmadığın zaman.