Talihin belirsiz nimetlerine duyulan aşırı arzunun
cazibesine kapılmış insanlar, deliliğin ve fanatizmin tuzağına düşüp kendilerini hükümdarın mutlak iktidarına bırakır.
Bugün iş saatleriyle boş zaman giderek iç içe
girdikçe ve yaşamımızın her anı boyunca bizden
üretken olmamiz istendikçe, iş günündeki
ayrımlar yok olmaktadır. Elinizdeki akıllı
telefonlarla aslında hic bir zaman işin dışına
çıkamıyorsunuz veya mesai dışı çalışmış
oluyorsunuz. Dahasi sayıları giderek artan bir
grup insan icin sürekli erisilebilir olmak,sadece
is saatleriyle ile bos zaman arasindaki sınırları
muglaklastirmakla kalmayip geceleri ve uykuyu
da kemiriyor.Her an her saat e-postalarini
kontrol edebiliyor, ayakkabi satin alabiliyor,
güncel gelismeleri takip edebiliyor veya porno
sitelerine girebiliyorsunuz.Degere el konma
süreci,yaşamımızın her anini kuşatma
eğilimindedir. Asla uyumayan küresel bir sistem
icinde üretip tüketmekteyiz. Neoliberalizmin
durmak bilmeyen ritmi altinda, Jonathan
Crary'nin söyledigi gibi "zamandan mahrum bırakılmaktayız”.
Çünkü egemenliğin her biçimi iktidarı bir’in idaresine indirgemektedir ve tam demokrasi olanağını baltalamaktadır. Demokrasi için egemenliğin tüm çeşitleri ile mücadele edilmelidir.
Özgürlük -ama gerçek olanı, tam olanı, sevdiğimiz,
yaşadığımız ve uğruna öldüğümüz özgürlük- dünyayı doğrudan ve dolaysızca kurar. Çokluk, yasayla değil, kurucu süreçle dolayımlanır. Ve de özgürlüğün kuruluşu, her zaman için devrimcidir.
Burada temel sorun ölçektir, sayı arttıkça ortaklıkların mümkünlüğü ortadan kalkar dolayısıyla klasik ve arzulanabilir anlamda bir demokrasi mümkün değildir. 18. Yüzyılda bu sorun temsil mekanizmasının geliştirilmesiyle aşılabilmiştir.