Gilda!
Git unut beni hatırlama!
Bunları sen söyledin hatırlıyor musun?
Israrla kalan bendim,
Bak görüyor musun?
Aşılmayacak gibi değildi hiçbir dağ,
Ucunda ölüm bile olsa,
Savaşı verilmemiş bir yalandı arda kalan...
İnandım inandıkça yandım...
Şimdi daha iyi anlıyorum...
Ben savaştım, ben savaştım...
Sen ödenmez borcunu ödemeye devam et...
Belki bir gün birine umut verirsen,
Bir borcun olmayacak seni engelleyecek...
Karanlığın koyu renkli hayaletleri içinde bırakıp,
Öylece çekip gitti yarınlar...
Güneş doğmak için koşa koşa batmaya gitti.
Yalnızlık yetmezmiş gibi bir de tuhaflık gömüldü üzerime...
Beraber yemiştik ey ruhum, soluğu beraber tüketip, bitirmiştik.
Yakarken sigaraları üst üste,
Dumanına canımızı da sardığımızı bilememiştik..
Ah çığlıklar! Ne güzel sesleriniz var,
Yankılanırken ücra köşelerinde yüreğimin,
Hep sen birikiyorsun damla damla, koyu koyu,
Tuzlu ve de acılı..
Elimde değildir, iftitleri görmek,
Ama gözlerim de âmâ değil ki görüyor,
gülüp, istemeyerek..
Uykumu en tatlı yerinde bölüp,
En acısına itecek kadar günahkar bir canım var,
O da oynuyor benimle gece gece..
Çaremi, çaresizliğin en tenha yerinde arıyorum,
Önce bağırıp sonra da avazımın çıktığı kadar susarak.
Bilmezsin..
Ben hiç doyasıya gülmedim ki
Eller gibi...
Ne gül kokladım ne de güle dokundum
Sen bilmezsin dikendir yüreğim, hardır
Doğmayan güneş, sineme sığmayan ahtır
Gelmeyen can, bitmeyen sevdadır..
Ey yaşları Kurumuş dünüm
Pınarları demli bugünüm
Sen hiç doyasıya görmedin ki beyazı, yeşili
Bulutu, kekliği, denizi..
İki dudağım arasında cıvıl