Travma yaşadığımızda da tıpkı burada olduğu gibi, bunu bilgi düzeyinde biliyor olabiliriz ama duygusal kapasitemiz eğer bunu kaldırabilecek güçte değilse olayın duygusal boyutunu bir kenara alırız. Yanı bilgi olarak bir şeyi oturturuz, anlamlandırırız ama duygu olarak aynı yoğunlukta yaşamaya devam edebiliriz. Kendinizi bazen "ben bunu biliyorum, bütünüyle sebeplerini anlıyorum, ama neden hala bu kadar üzgün/öfkeli/çaresiz hissediyorum" derken buluyorsanız işte bu sistem sebebiyledir. Bizler içinde yaşadığımız dünyanın hızı gereği bütün işlevlerimizin eş zamanlı ilerlediğini varsayıyoruz. Bir şeyi görüp anladığımızda duygusal olarak da aynı noktaya geldiğimizi varsayıyoruz. Halbuki beynimizi yöneten bu iki sistemin birbirinden farklı işlevleri vardır.
İnsanız; belirsizlik bizim hem gücümüz hem de zayıflığımız. Öleceğimizi biliyoruz ama ne zaman öleceğimizi bilmiyoruz, nefes almayı biliyoruz ama bir sonraki nefesi alıp alamayacağımızı bilmiyoruz, sevildiğimizi biliyoruz ama ne kadar sevileceğimizi bilmiyoruz. Bütün bu bilinmezliklere rağmen tüm veçhelerimizle hayatı kabul ettiğimizde ruhsal doğumumuz gerçekleşir. Bu bir kez olduktan sonra bizi dışsal hiçbir güç yıkamaz. Çünkü insanların ve dünyanın hissedilmeyen ama somut dünyasından Yaratıcının soyut ama hissettiğimiz güvenli alanına girmiş oluruz. Tanıdığımız anne karnı gibi güvenli ama kendi kalbimizin içinde olan, kimsenin bizden alamayacağı ve bozamayacağı bir ruhsal tamlık haline kavuşuruz. Ruhumuzla bir oluruz.
Gerçek kendilik, kişinin kendilik çekirdeğidir. Kişi aslında karar verme, kendi seçimlerini yapma kapasitesine sahiptir ama eğer bunun ortaya çıkarılabileceği bir ortam bulamazsa anneye uyumlanarak dış dünyanın kabul edeceği sahte bir benlik oluşturur. Bu sahte benlik gerçek benliği korumak için bir zırh görevi üstlenir. Dolayısıyla gerçek benliğimiz her zaman içimizdedir. Ölene kadar "ben buradayım" diyerek bize kendini hatırlatmaya devam eder. Güzel bir şarkıyı dinlerken gözlerimiz dolduğunda, ormanda ağaçları izlerken içimizde uyanan hayranlık ve umutta, bir dostla konuşurken anlaşıldığımızı hissettiğimizde yaşadığımız minnette, okuduğumuz bir satır kalbimize işlediğinde, bazen dua ederken ya da çocukların neşeyle kurduğu bir oyunu izlerken onun sesini içimizde duyabiliriz. Bazen çok derin kuyulardan geliyormuş gibi boğuk, bazen de sanki kulağımızın dibinde bağırıyormuşçasına; ama muhakkak duyarız. Gerçek benliğimizin çağrısına kulak verdiğimiz ölçüde ruhen doğmaya başlarız. Bunu yapabilmemiz çok önemlidir çünkü eğer ruhumuz doğamazsa ölmeye başlar.
"Şizoidler ise, duyguya dayanma kapasiteleri neredeyse hiç olmadığı ve duyguyla temasları çok zor olduğundan kendilerini sürekli izole ederler. Bu yüzden dışarıdan bakıldığında soğuk, mesafeli, kendine ait dünyası olan biri gibi görünebilirler. Ama derinlerde, ciddi güven problemleri ve kaygılar hatta paranoyaya varan bir takım içsel sıkıntılar yaşarlar."
"Sevmek; aktif bir sevme işi ve iradi olarak verdiğimiz cesaret isteyen bir karardır. Sevmek cesurların işidir. Birini veya bir şeyi sevdiğimizde eyleme geçme ihtiyacı duyarız. Ona kalbimizde ve hayatımızda bir alan açar ve o alanda genişlemesini mutlulukla karşılarız."
Her sayfasında dakikalarca düşünülecek bir kitap. İnsan iyileşmek, kendini geliştirmek istemeli. Ne yaşanırsa yaşansın iyileşmek gerçekten istediğinizde mümkün. Yeter ki kendinizin farkında olun.
Çok duru, çok akıcı bir dille yazılmış, bilimsel bilgileri günlük konuşma dili basitliğinde ancak derinliğini koruyarak aktarmış. Kültürel ve dini değerlerler ilgili bağlamları beni ayrıca etkiledi. Çok beğendim, herkese tavsiye edebileceğim nadir kitaplardan biri de bu oldu.