"Bana memleketimizin ormanlık güzel yerlerinde tanıdıklarını anlat, oralara gidelim, ağaçlar altında dolaşabileyim, basit bir hayata kavuşalım, arzum yeşillik ve ağaçlık fakat yaz kış yeşil duran ağaçlar arasında olmaktır."
"Sen belki ömründe sevmişsindir. Fakat hiç sevildin mi? Bundaki zevk hiçbir şeyde yok. Hele âşığın Türk milleti olursa!..."
Ve eklemişti:
"Beni bu zevkten biraz daha ayırmayın..."
Bir oturuşta okunacak sade dille yazılmış bu kitap Atatürk'ümüze olan hayranlığımı daha da arttırdı. Onun güçlü duruşunun arkasındaki insan sevgisi, çocuk sevgisi; hayvanlara, ağaçlara verdiği kıymet aslında bizden biri olduğunu gördüğümüz küçük hikayeleri bir çırpıda okumak bir yandan içimi burktu. Ne kadar çok isterdim yakından tanımak... Kitapta Atamızla ilgili günlük olaylar, kısa kısa anılar benzer konu başlıklarında toparlanmaya çalışılmış. Bir komutan ya da devlet büyüğü olarak başarıları haricinde onunla ilgili her yeni bilgiyi içmek isteyen arkadaşlarıma tavsiye ederim.
Kimileri özel mülkiyetin insan haklarından olduğunu öne sürüyorlar.Bu sav için Jeremy Waldron, modern kapitalist ülkelerdeki mülksüz büyük çoğunluğun bu kitlesel eşitsiz durumunu ikiyüzlülükle meşrulaştırmaya kalkışmak olduğu görüşünde. Bütünüyle doğru ama özel mülkiyetin insan haklarından olduğu savına bir de şu açıdan bakarsak bu doğruluk daha iyi anlaşılacaktır:
Nedir insan hakları? İnsanın insan olması nedeniyle sahip olduğu kabul edilen haklar. Yani, insan hakları,tüm insanlar için söz konusu. Salt insan olduğu için.Örneğin, yaşam hakkı, temel hak ve özgürlükler olarak bilinen haklar.Ama özel mülkiyet hak olarak yalnızca bir azınlık için,mülk sahipleri için geçerli bir hak. O zaman mülksüzlerin bu temel insan hakkından yoksun bırakıldıklarını ya da daha açık bir deyişle insan sayılmadıklarını,insan yerine konulmadıklarını söylemek durumunda değil miyiz?
Bir de üstelik özel mülkiyet hakkını koruyup gözetmenin devletin görevi olduğu savlanıyor! Özel mülkiyetin sınıfsal bir olgu olduğu düşünüldüğünde, devletin sınıfsal niteliği de böylece bir kere de bu açıdan belirginleşmiş oluyor. Daha da önemlisi, bu durum, özel mülkiyetin adaletin gereği olduğunu öne sürenlerin,adaleti de ne denli sınıfsal bir kavram olarak algıladıklarını ortaya koyuyor.
Yaklaşık 10 senedir aradığım, ama hiçbir kitapçıda ve internet sitesinde bulamadığım bu kitabı tesadüfen bir sahafta buldum ve fiyatı çok çok yüksek olmasına rağmen satın aldım. Kitabın bahsettiği ana konu o kadar ama o kadar ülkemizin gerçeği ki piyasada bulunmamasını, bu gerçekleri herkesin öğrenmesini istemiyorlar diye yorumluyorum. Okuduğum satırlarda kanımı donduran o kadar çok şeye şahit oldum ki bitirip kapağını kapattıktan sonra epey bir zaman boş duvara bakmaktan kendimi alamadım. Memleket ne zaman kendi ekonomik bağımsızlığını inşa sürecine başlasa ensesinde hep "amerika'nın" nefesini hissediyorsa ve bu kitap da bütün detaylarıyla bu konudan bahsediyorsa mutlaka ama mutlaka okunmalıdır.
Zihnimi ve ufkumu genişleten bu eseri kaleme alan Çetin Yetkin'e teşekkürü bir borç bilirim.