“Hayat ne için var? Ölmek için mi? Kendimi hemen öldüreyim diye mi? Korkarım ki hayır. Ölüm gelene kadar beklemek için mi? Bu beni daha da korkutuyor. O zaman yaşamalıyım. Fakat ne için? Ölmek için mi! İşte bu döngüden kaçamıyorum. “
"Sanki çoktan ölmüş de öldükten sonra da varoluşumu sürdürüyor gibi hissediyorum." Günlük güneşlik bir havada patlak verebilen gerçekdışılık hissi budur. Sağlık sıhhat içinde güçlü sinirlere sahip olmak bu ihtimali ortadan kaldırabilir; ne var ki bu belki de sağlıklı dediğimiz kişilerin başka şeyleri düşünüp belirsizliğin yattığı yöne bakmamasındandır. Bunu bir kere bile görmüş olan kişi için dünya artık asla aynı açık seçik yer olamayacaktır. Yabancının görüp dokunduklarını gerçeklik kabul ederek konforlu ve yalıtılmış burjuva dünyasında yaşayamayacağını Barbusse bize gösterdi: "Çok derin ve çok fazla görüyor." Özünde kaosu görüyor.
Medeniyetler kendi karmaşaları üzerinde kontrolü kaybetmeye başladıklarında tarumar olurlar. Ve materyalist kategorilerde düşünmeye başladıkları an kontrolü kaybetmeye başlarlar; zira nihai olarak, bütün güç ruhani güçten ibarettir.
Batı insanı -Faustçu insan-her zaman kendi zekâsına haddinden fazla vurgu yapmaya temayül eder. Bu onun muazzam maddi gelişiminin sırrıdır; gel gör ki onun hezimetinin yegâne sebebi de budur. O ruhani gücünü; türleri sağlıklı yapan yaşama içgüdüsünü yitirir. Bu yaşam içgüdüsü olmaksızın, “gelişim” sözcüğü bir maskaralıktır; bu modern bir araba alıp onu çalıştıracak benzine sahip olmamaya benzer
Matem içindeki insan, ihtişamlı sarayına vardı,
Bitap düşmüş aklı üzerinde bir Gölge çıktı... Soluk gölge önünde yüzüstü kapaklandı:
"Rabbim, ne zaman olacak bu değişim? Bilirsin ki ben bir hiçim."