Bu ülkede neredeyse hiç kimse nasıl senaryo yazılacağını bilmez. Senaryoların hemen hepsi filme çekilemeyecek öğeler içerir. "Nick, otuzlarında, olağanüstü bir sezgi gücü olan, genç bir adam." Bunu filmleştiremezsiniz. Nasıl filmleştirebilirsiniz ki? "Jodie, otuz saattir bankta oturan girgin bir hipster." Bunu nasıl çekeceksiniz? Bunları, görsel ya da söze anlatıya girmeden çekemezsiniz.
Görsel: Jodie saate bakar. Görüntü kaybolur. Şimdi otuz saat sonradır. Sözel: "Benim gibi hipster'in son 30 saatini bir bank üzerinde geçirmiş olması tam bir felaket."
Eğer herhangi bir konunun anlatıma kaymadan aktarılması imkansız görünüyorsa, o konu kesinlikle öykü için, yani izleyici için önemli değildir. İzleyici bilgi değil, drama ister (dramatik biçimin yararlı olduğu tek konu, öykü anlatmadır). Öyleyse bu bilgiye kim gereksinim duyar? Öyleyse bu bilgiye, neredeyse tüm Amerikan senaryolarına gölge düşüren, bu çok zahmetli anlatıya ne gerek var? Çoğu film senaryosu, stüdyo yöneticilerinden oluşan bir izleyici topluluğu için yazılmıştır. Stüdyo yöneticileri, film senaryosunun nasıl okunması gerektiğini bilmezler. Bir kişi, bir teki bile bilmez nasıl okunması gerektiğini. Bir senaryoyu okumak ve bir filmi "görmek" için sinema eğitimi almış olmak ya da naiflik gerekir; bu özellikler ise stüdyo yöneticilerinde bulunmaz.
Jesus Factor, "kağıt üzerinde gayet doğru gibi görünüp, bir nedenle uygulamada istenen sonucu vermeyen" anlamına gelen teknik bir terimdir. O zaman şu sözü hatırlamak gerekir: "Bir şiir asla bitmez, ancak terk edilir."
Film dünyası, yozlaşma çemberi içinde sıkışmış durumda; çünkü pusulası olmayan insanlar, bu dünyayı yönetmekte. Bu baskıya karşı yapabileceğiniz tek şey ise doğruyu söylemektir. Doğruyu söyleyip muhalif kuvvet oluşturan birileri her zaman bulunur.