Ekrem Tâhir Ben bir öğretmenin daha doğrusu, bir "Başmuallim'uı oğlu olarak 2 Mayıs 1957de Midyat'ta doğmuşum. İlk hocam: Babam. Ondan duyduğum ilk şair ve bana okuduğu ilk şiirin sesi: Süleyman Nazif. Bu; çocuklarını etrafında toplayıp onlara edebiyatı, şiiri, tarihi yani çarpılmadan çarpılmak olan, düşünceyi sevdiren, öğreten babam; benim muallim-i ezelim... İkinci ve son hocam: Sevim Ildırı. Benim İlkokul hocam. Ama o, bir batılı ve kemal çağımızdaki gibi gerçek bir profesör... O, dünyanın hiçbir çağında, hiçbir ülkesinde, hiçbir yerinde talebelerine daha ilkokul çağında 4. ve 5. sınıfta Batı'lı üniversitelerin anladığı manada "Seminer" ödevlerinin nasıl yapıldığını, Adana'nın minnacık üç sınıflı bir okulunda, bir tepenin yamacına kurulmuş, Seyhan Irmağına bir kulaçlık mesafedeki bir okulda anlamış, göstermiş ve öğretmişti. O, bilginin ve eğitimin gerçek kraliçesiydi... Ve sonra, kader karşıma, Türk düşüncesinin gizli Ece'sini çıkarır: Prof. Hamide Topçuoğlu'nu. Ve bana: "Gücün varsa Batı'ya göç et, yoksa..." der. Sonra... Bir gün, bir velînin anladığı manada "Hayat bir maceradır," deyip, 1982'nin ilk aylarında Metternich'in ülkesine göç ettim. Viyana'ya geldiğimde tek kelime Almanca bilmiyordum. Dili öğrenmek ve hâkim olmak için, ilerde bir yerlerde çalışıp geçinebilmek ümidiyle, Viyana Üniversitesi'nde Mukayeseli Edebiyatlar ve Felsefe kürsüsünde doktora yapmak arzusu. Doktoranın ortasında, Adorno'nun bir sancılı sözü: "Ah! Bir ay daha boş zamanım olsa da şu kalın çocuğum: Estetik kitabını bitirebilsem," beynime, bir kıymık gibi çakılır. Ucunda belki bir rektörlük olan, esarete benzeyen bu sevdadan vazgeçtim... Tekkeye yani, kuleye çekiliş... Düşünce rüya kelimelerin, sessiz raksların karışımıdır. Yazar halen, düşüncenin beddua dalgalarına, alnını uzatmış; sessizce yaşıyor...