Emeran Mayer

Emeran MayerBeyin Bağırsak Bağlantısı author
Author
7.8/10
31 People
161
Reads
7
Likes
1,289
Views

Emeran Mayer Posts

You can find Emeran Mayer books, Emeran Mayer quotes and quotes, Emeran Mayer authors, Emeran Mayer reviews and reviews on 1000Kitap.
Stresli, öfkeli veya üzgün olduğunuzda yemek yemeyin. Olumsuz bir duygusal durum, bağırsak-mikrobiyota-beyin ek­seninin dengesini bozabilir. Bağırsaklarınızı daha geçirgen hale getirir; bağırsağa dayalı bağışıklık sistemini harekete geçirir ve bağırsak duva­rında bulunan endokrin hücrelerini stres hormonu olan norepinefrin ve serotonin gibi sinyal moleküllerini sagılamaları için tetikler. Aynı zamanda bağırsaklarınızdaki önemli mikropların, özellikle laktoba­sillerin ve bifidobakterilerin sayısını azaltabilir. Tüm bunlar, bağırsak­larımızdaki mikropların davranışlarını önemli ölçüde etkileyebilir. Bu yüzden, yemeğe oturmadan önce bedeninizi ve zihninizi dinle­yerek o anki duygularınızı anlamaya çalışın. Stresli, endişeli veya öfke­liyseniz bağırsaklarınızdaki hengameye bir de yemek eklemekten ka­çınmaya çalışın.
Doğum öncesi beslenme ve stresi önemseyin. Üreme çağında bir kadınsanız gebelikten doğuma kadar ve emzirme dönemi ile bebeğinizin bağırsak mikroplarının tam olarak oluştuğu dünyadaki ilk 3 yılı boyun­ ca, yediklerinizin çocuğunuzu da etkileyeceğini unutmayın. Annenin bağırsak mikrobiyomu fetusta beyin gelişmesini etkileyebilen metabo­ litleri üretir, ayrıca bağırsak-mikrobiyom-beyin ekseninde beslenmeye bağlı oluşan inflamasyon anne karnındaki bebeğin gelişmekte olan bey­ nine zarar verebilir. Aslında, gebelikte şiddetli bir inflamasyon otizm ve şizofreni gibi beyin hastalıkları açısından önemli bir risk oluşturur; annenin yağlı beslenmesine bağlı gelişen düşük dereceli inflamasyon da fetusun beyin gelişimini hemen göze çarpmayacak şekilde etkileyebilir. Diğer taraftan gebelikteki stresin veya bebek doğduktan sonra büyür­ ken annenin yaşadığı stresin, beyin gelişimi ve bağırsak mikrobiyotasını olumsuz etkilediği, bunun da çocukta sıklıkla davranış sorunlarına yol açtığı net bir şekilde ortaya konmuştur.
Reklam
Emülgatörler, yağ ve su gibi normalde kolayca karışmayan iki farklı sıvının kolayca karışmasına yardım eden deterjan benzeri moleküllerdir. Gıda endüstrisi yiyecek ürünlerinde homojen bir yapı oluşturmak amacıyla bunları rutin bir şekilde çeşitli gıdalara eklerler; mayonez, soslar, şeker­ lemeler ve çeşitli unlu mamüller bu tür gıdalara örnektir. Bu maddeleri gıdaların etiketlerinde yazılı olan kimyasal adlarından tanıyabilirsiniz; çikolatada sorbitan trisearat, dondurmada polisorbatlar ve işlenmiş ette sitrik asit esterleri bunlardan sadece birkaçıdır. Ancak bu deterjan ben­ zeri moleküllerin dezavantajları da bulunur. Mide-bağırsak kanalının iç yüzeyini kaplayan koruyucu mukus tabakasını bozarak bağırsaklardaki mikropların bağırsak katmanlarına daha kolay ulaşmasına neden olur­lar. Gıda emülgatörleri aynı zamanda bağırsak duvarının oluşturduğu geçirmezliği de bozarak bakterilerin yakınlardaki bağışıklık hücrelerine ulaşmalarına ve metabolik toksemi başlatmalarına yol açarlar. * Gıda emülgatörleri hayvansal yağlar ve yapay tatlandırıcılar gibi bağırsak mikrobiyotanızın yapısını bağırsaklarınızda, diğer organlarda ve iştah kontrol bölgeleri de dahil olmak üzere beyni­ nizde düşük dereceli inflamasyon oluşturacak şekilde değiştirebilirler. Bu maddelerin aşırı alınması, yüksek kalorili yiyeceklerin fazla tüketil­ mesine yatkınlık yaratarak inflamasyonu daha da kötüleştirebilir.
Bavyeranın en yüksek dağı olan Zugspitze'nin eteklerindeki huzurlu tatil kasabası Garmisch'teki bir gastroenteroloji konferansına konuşmacı olarak katıldığımda, hayvanlarla yaşadıkları çevre arasındaki uyumlu ilişkiye bu kez çok farklı gözlerle bakma fırsatı yakaladım. Konuşmamı yapmak üzere dağın zirvesine çıkan trene bindiğimde parıldıyan sonbahar ışıklarının altında, ağaç kümeleri ile çevrili bozulmamış çayır­larda otlayan hayvanları izledim. Bu doğal uyum görüntüleri ile Kuzey California'da gördüğüm modern besi çiftliğindeki kasvetli yalnızlıklarına hapsedilmiş inekleri karşılaştırmadan edemedim. Böyle görüntüler süt endüstrisi reklamlarındaki "mutlu inek" yalanını su yüzüne çıkarıyordu.
düzenli olarak yağlı beslenme hem bağırsak, hem de beyin düzeyinde verilen tokluk yanıtını azaltarak yeterince yediğinizi bildirme kapasitenizi düşürebilir. Bunu her iki böl­gede de düşük dereceli inflamasyona neden olarak yaptığına dair güçlü kanıtlar bulunmaktadır. Bu inflamasyon, bağırsaklarda normalde hipo­talamusa doyduğunuzu haber veren vagus sinirinde bulunan alıcılardan gönderilen tokluk sinyallerine karşı olan duyarlılığı azaltır. Hipotalamusta ise bağırsaklardan gelen tokluk sinyallerini azaltır.
Acıktığınızda, midenizin iç tabakasını kaplayan hücrelerin arasın­da dağılmış halde bulunan enteroendokrin hücreler, açlık hormonu da denen ghrelin adlı hormonu salgılar. Bu hormon ya kan yolu ile beyne gider ya da beyne doğrudan sinyal göndermek için vagus sinirinin uçla­rını uyarır. Buna karşılık, yeterince yediğinizde, ince bağırsaklarınızdaki enteroendokrin hücrelerden kolesistokinin ve glukagon benzeri peptid gibi farklı bir grup iştah baskılayıcı hormon salınarak sistem devre dışı bırakılır ve iştah baskılanır.
Reklam
Ormanda vahşi hayvanlar bol olmasına rağmen, hayvansal ürünler Yanomami halkının besin arzının yalnızca küçük bir yüzdesini oluşturur. Ayrıca, rehberimiz bize ev hayvanı olarak besledikleri evcil hayvanlarını veya sadece ruhani amaçlar ve törenler için kullandıkları kuş yumurtalarını asla yemediklerini anlatmıştı. Kadınlar, bahçelerde bir tür
Bağırsakta yaklaşık 8 milyon mikrobik gen bulunur, bu sayı insan genomundan 400 kat daha fazladır. Daha da şaşırtıcı olan, biz insanlar genetik olarak çok az farklılık gösteririz ve genlerimizin yüzde 90’ından fazlası ortaktır ancak bağırsaklarımızdaki mikrobik genlerin çeşitliliği çarpıcı bir şekilde farklılık gösterir; sadece yüzde 5'i herhangi iki insan­da ortaktır. Bağırsak mikrobiyomu, beyin-bağırsak duyguları üreten makinelerimize yepyeni bir karmaşıklık ve fırsatlar boyutu kazandırır. Bağırsak mikrobiyotamızın duyguları hissetmemizdeki yeri çok önemli olduğu için stres, beslenme şekli, antibiyotikler ve probiyotikler gibi mikrobiyotanın metabolizmasını değiştiren herhangi bir şey, prensip olarak duygu oluşturan devrelerin gelişimini ve tepkisini değiştirebilir. Örneğin, duygusallıkla ilintili olarak dünyanın değişik bölgelerinde yaşayan insanlarda gördüğümüz farklılıklar, beslenme tarzı ve bağır­sakların mikrobik işlevindeki coğrafi farklılıklarla ilişkili olabilir mi? İleri sürülen bu yeni duygu kuramı doğruysa, cevap evet demektir. Bu tür bağlantıları doğrulamak için daha fazla araştırmaya ihtiyaç duyulsa da, şunları söyleyebiliriz: Duyguların özü bağırsaklardan ve vücudun diğer bölümlerinden tamamen izole edilmiş bir kavanozdaki hayali bir beyinde bile muhtemelen üretilebilirken, böyle bir beynin duygusal de­neyim repertuarı çok fazla olmayacaktır. Bağırsakların ve buraya yerleşik mikrobiyomun, duygularımızın yoğunluğunu, süresini ve benzersizliğini belirlemede büyük bir rol oynadığını düşünüyorum.
Mutluluk veya sevgi ile ilişkili sinyallerin bağırsak mikrobik çeşitliliğini artırdığı, bağırsak sağlığını geliştirdiği, bağırsak enfeksiyonlarından ve diğer hastalıklardan koruduğu ortaya çıkabilir.
Hepimizin bildiği gibi, bütün stres türleri bizim için kötü değildir. Kronik ya da tekrarlayan stresin aksine, akut stres ve buna bağlı duygusal uyarılma sınav veya topluluk önünde konuşma yapmak gibi zorlayıcı durumlarda performansımızı artırır. Bağırsak enfeksiyonlarına karşı savun­mamızı güçlendirerek bağırsak sağlığına da yararlı etki yapar. Bu, çok yönlü bir şekilde çalışır. Akut stres, stresle ilişkili beyin sinyallerine tepki olarak midedeki asit üretimini artırır, bu da yiyeceklerle alınan mikropların ba­ğırsaklarımıza ulaşmadan ölme olasılığını yükseltir. Ayrıca, bağırsaklara sıvı salınımını artırması ve patojen bakteriler de dahil olmak üzere içeriğini vücuttan uzaklaştırmasını bildirir. Son olarak, defensinler adı verilen antimikrobiyal peptidlerin salınımını artırır. Bütün bu tepkiler, sindirim sistemin bütünlüğünü potansiyel olarak tehlikeli işgalcilere karşı savun­mayı ve bir enfeksiyon oluştuğunda bunun süresini kısaltmayı amaçlar. Ancak, akut stresin bağırsaklar ve buradaki mikroplar üzerindeki bu koruyucu etkilerine karşın, bu etkilerin aşırıya kaçması durumunda fay­dadan çok zarar oluşmaya başlar. Kronik stres, gastrointestinal enfeksiyon gelişme riskini artırır ve enfeksiyon geçtikten sonra belirtilerden şikayetçi olduğunuz sürenin uzamasına neden olur. Eğer İBS veya döngüsel kusma sendromu gibi strese duyarlı durumlardan muzdaripseniz kronik stres belirtilerin daha şiddetli olmasına yol açan etkenlerden biridir.
259 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.