Konya'daki sergisini gezerken tabloları önünde, penceresine konan tek bacaklı bir kuşun ona dostluk ettiğini ve sonra kuş ölünce onu da tablolarına kattığını işittim bir kadından. Çizdiklerinde varlıklara kendini aksetmişti adeta.
"Medeniyet hastanesi ortopedi bölümü, eski ve karanlık koridoru, altışar kişilik odaları ile 2013 temmuz ayında tanıştık. Pansuman odasında bacağımdaki ateli açtıktan sonra, 'bu bacağın işi bitmiş, mesele can meselesi Emre, canın elden gidiyor." dediğinde hoca, duası kabul olmuş bir adamdım artık.
Bir yıl evvel, bir dua;
Ya Rab! boyadığım bu tuvaller daha ne kadar oyalar beni bilinmez. Göreceğini gördü bu göz, artık duyacak ne bir söz, ne de düşülecek bir yol kaldı bu diyarda. Bilirim ki intihar topyekün yasak. gözümün kılcalı kadar kıymettar. Kıyamet; göğüsleri kesilmiş bir kadın heykeli altında beyaban halde bir mezar. Ya Rab! Bilmek istiyorum, sonsuz olanı sonlu bir bilgiyle bilmek ne mümkün! Uyandır beni bu rüyadan."
“Zulme karşı savaşıyorsanız bir cephede mesela, bir cenaze namazı varsa kılmanız gereken, hatta bir evlat doğurmak üzereyseniz, duruyorsanız bir tankın önünde ya da doyuruyorsanız aç bir çocuğu, en az şairler kadar samimi ve dertliyseniz, okuyun.”
İyi atlara binip gidenlerdendi... Mahalle mektebinde yazılarını okurken sezdiğim o yüce ruhu Rahmen'a kavuşması ile daha da yükseldi. Bir insanın yaşamının en büyük şahidi ölümü olsa gerektir. Öyle şahitli bir ölümdü. İyi bilirdik...