Pers Kralı Kyros İ.Ö.516'da onları sürgünden kurtarıp geri dönmelerine izin verdiğindeyse çoğu, yerleştikleri yeni yerlerden geri dönmeyecek, böylece dünyanın dört tarafına dağılacaklardır.
İşte bu gelişme ve bundan sonraki 1500 yıllık süreçten sonra yine aynı hukuk dışı dinsel meşruiyetle Filistin'i kendilerine ait tapulu mal görmeye devam etmeleri, Tevrat'ı bu konuda biricik meşruiyet gerekçesi olarak ilan edebilmeleri gariptir. Emperyalizmin, Yahudilere karşı işlediği suçların diyetini 1948 ve sonrasında Filistin halkına ödetmeye kalkması ise daha da gariptir.
Sorgulamayı temel alan bilim ile dogma'yı temel alan din örtüşür mü?
MÖ. 8000-3000 yılları arasındaki Neolitik
Devir'de (Cilalı Taş Devri), ürünün bollaşması için ayinler, festivaller, adaklar iyice gelenekselleşmişti. İnsan bilinci açıklayamadığı her şeyi tanrılara bağlıyor, gücünden çekindiği, umut bağladığı her şeyde tanrılar icat ediyordu. Marks'ın da dediği
gibi; "(insanlar) kendi beyinlerinin
Binbeşyüzü bulan bilim dalının kuruluşunda, İslam egemenliği altındaki topraklardan ancak bir elin parmaklarıyla sınırlı kalan bir katkı gelebilmiştir. İslam aleminin dikkate değer katkısı, Kilise bağnazlığında yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan Yunan biliminin, Doğu bilim birikimiyle işlenip geliştirilerek Rönesans'a aktarılmasına olanak sağlaması olmuştur. Ki bu da, İslam aleminin yükselişine denk düşen ve İslam'ın henüz bilim-felsefe karşıtlığındaki konumunun hoşgörüyü içerdiği, özgün dönemin ürünüdür.
Yoksa, onun da genel tavrı Hıristiyan aleminin engizisyon döneminden farksızdır. 11. yy. öncesi bu özgün geçiş dönemi o güne kadarki bilimsel birikimlerin, henüz yeni yeni ürün verme aşamasına vardığı dönemdir. Ancak, bu dönem kısa sürmüş ve bilim, İslam aleminde yaşama koşullarını yitirerek bir daha geri dönmernek üzere Avrupa'ya göç etmek durumunda kalmıştır.
İslam aleminde dinsel gericilik tarafından boğazlanarak yaşama koşullarını yitiren bilim, Batı'da üretici güçlerin gelişiminin yardımıyla, eski birikimi de kendine temel yaparak, Rönesans ve sonrasında güçlü bir atılım içine girmiş ve Kilise'yi kendisiyle belli oranda uzlaşmak zorunda bırakmıştır.
Hıristiyan Avrupa karanlıktan çıkarken, İslam dünyası karanlığa girdi
İslamiyerin yükseliş devresinde, her ne kadar bilim karşısında olumlu işlev gören bir döneme rastlıyorsak da, bilim karşıtı tutum tüm dinlerin tarihine egemen olacaktır. Bunun sonucu bilimsel gelişmelerin içine girdiği durgunluk, İslamiyetin, 10, 11. yüzyılları hariç 15. yüzyıla, Rönesans'a kadar sürecektir. Rönesans'la birlikte, Hıristiyan dünyasında bilimsel gelişme önündeki engeller parça parça geriletilmeye başlarken İslam dünyasındaki durgunluk, günümüze kadar devam edecektir. Çünkü, İslamiyetin egemen olduğu toplumların iç dinamiği, Hıristiyan toplumlarda olduğu gibi, dini engelleri geriletecek bir etkinlik gösterebilmekten uzak kalmıştır. Dinler, doğanın yorumlanması, anlaşılması ve ona hükmedilmesini amaçlamaz. Tam tersine bu "boş ve aldatın" dünyanın, Allah'ın emirleri doğrultusunda en iyi "kul" olarak geçirilmesi ve "öbür dünya"nın sözde cennetine hazırlanılması şeklinde, insan bilincini körelten bir işlev görür. Bilimsel gelişme ise doğanın anlaşılmasını, ona hükmedilmesini, bu dünyanın yaşam potansiyelinin en iyi biçimde değerlendiril mesini ve öbür dünya masallarıyla avunmanın boşluğunu ortaya koyar. İşte; nesnel olarak her gelişmede dinsel dogmaları etkisizleştirme işlevi gördüğü ve daha da ötesi, kör inanç yerine her şeyin sorgulanması gereğini ortaya koyduğu içindir ki bilim, ama özellikle de onun felsefesi dinler tarafından hep engellenegelmiştir.
Dinsel dogmatizm, bilimin içinde gelişebileceği maddi ortamı da ortadan kaldırarak, Arap bilimini bizzat öldüren temel faktör olmuştur. Bu öylesine somut bir gerçektir ki insanlığın uzayı fethettiği bugün bile şeriatla hala bilim yaşam olanağı bulamamaktadır. Bu ülkelerde bilim adına yapılan; Kur'an'ın bilime uygun olduğuna ilişkin bolca laf üretmek, bunun için de "gavurun" ürettiği bilimin verilerini tarayarak Kur'an''a uydurulabilecek deyişler bulup bunları, felsefeden özenle uzak tutulan yığınları koşullandırmak için kullanmaktan ibarettir. Bu konuda denebilir ki tek istisna Türkiye'dir, ki bu da Cumhuriyet'in aydınlanmacı-laik temelleri sayesinde gerçekleşmiştir. Ancak 12 Eylül ile birlikte geliştirilen İslami dalga ve YÖK düzeniyle süreç, Türkiye'de de yeniden geriye çekilmiş, üniversiteler bilim değil, bolca din demagojisi üreten, dini bilime uygun göstermek için Kur'an'ı tahrif de dahil her yolu mubah gören kişilerin at oynattığı, bilimsel felsefenin ise engellendiği alanlar haline gelmiştir.