Yokluğun günden güne arttığı -savaştan bir yıl sonra- paranın değerinin saatten saate düştüğü, insanın arzularının yok olduğu, en kara yoksulluğun, en arlanmaz bir lüksle at başı gittiği zamanlardı.
Yabancılar doldurmuştu kenti.
"Açım. Bilinçli yaşantım böyle başlar. Açım. Açlık ilk anımdır benim."
Georg Fink'in Açım adlı kitabı bu vurucu cümlelerle başlıyor. Yedi yaşındaki bir çocuğun yoksulluk, açlık ve kötülükle imtihanının anlatıldığı kitap, her anı dramla doldurulan bir yaşamı betimlemekte.
Birinci Dünya Savaşı'nın en kızgın günlerinin yaşandığı Almanya'da kimi gün dilenerek, kimi gün direnerek, düşleri bile olmayan bir yoksulluk içinde hayatta kalmaya çalışan insanlar, çocuklarını dilendiren, satan ve sadece içeceği içkiyi düşünen bir babanın sefilliği, her türlü rezilliğin en uç noktasında yer alan, yüz odalı evlerde iç içe yaşayan aileler, eve ekmek getirsin diye on mark karşılığında peşkeş çekilen henüz on üç, on dört yaşındaki kız çocukları, imkânsızlıktan dolayı nöbetleşe kullanılan yataklar, elli feninglik bir parfüm şişesi fiyatına gebe kalan çocuklar ve çirkef batağında boğulan insanlar tüm gerçekliğiyle tasvir ediliyor eserde.
Savaş sonrası daha da kötüleşen ve yaşanmaz bir hale gelen Avrupa'nın orta yerinde sokak köşelerinde uyuşturucu, kadın ve çocuk satan tellallar, kızlarının tazeliğine ve güzelliğine paha biçen anneler, yaşlılara pazarlanan "oğlancık"lar, kumarhane, randevuevi, masaj ve kürtaj salonuna dönüşen evler...
"Açım", tüm bu sosyal çöküntüyü bir çocuğun gözlemiyle anlatıyor okura. Vicdanlara ve yüreklere dokunarak...
Seviyorum bu insanları. Kardeşlerim onlar. Hırsızlar, orospular, kötü çocuklar ve ayyaşlar, evet seviyorum onları. Ben onlardanım çünkü ihtiyaçları var bana.