Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Hakan Keleş

Hakan KeleşGönülleri Fetheden Bilge Hoca Ahmet Yesevi yazarı
Yazar
Çizer
7.0/10
1 Kişi
5
Okunma
0
Beğeni
484
Görüntülenme

Hakan Keleş Sözleri ve Alıntıları

Hakan Keleş sözleri ve alıntılarını, Hakan Keleş kitap alıntılarını, Hakan Keleş en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Reklam
Anadolu'muzda halkına zulüm ve işkence eden, adaletsiz, hoşgörüsüz, kendilerini zengin, halklarını fakir kılmış hükümdarların izleri silinmemişti. Ve onların canından bezmiş halkları da adil, merhametli, hoşgörülü yöneticilerin yollarını gözlüyorlardı. Ta ki, atalarımız Müslüman Türkler, bu toprakları yönetimi altına alıncaya kadar.
Hayata gözlerini kapa madan önce Ahmet'i yanına çağırdı. Oğluna söyleyeceği son bir çift sözü vardı. Şeyh İbrahim: "Oğlum bizim de hayat yolculuğumuz buraya kadar. Ölüm meleği Azrail, kapımızı çaldı. Canımızı ister. Bak oğlum, yanımda hiçbir şey götüremiyorum. Varsa yoksa aldığımız hayır dualar ve Allah rızası için ektiğimiz ilim tohumları. İnşallah onlar yeşerir de bize bir faydası olur. Size de ne mal ne de mülk bırakabiliyorum. Çünkü dünya malının peşine hiç düşmedim. Sadece karnımızı doyurup, nefsimizi körleyecek kadarını elimizde, avucumuzda bulundurduk. Öteki, fakir fukaranın payı idi, onlara dağıttık. Şimdi sana şu üzerimdeki hırkayı bırakıyorum. Kendini iyi yetiştirip ilim sahibi olduğunda üstüne giyer, layıkıyla taşırsın inşallah. Yavrum, ablanla birbirinize iyi bakın. Sizi Allah'a emanet ediyorum. Allah'a teslim olun. Senin yolunu, Yüce Yaradan layık olduğun şekilde çizecektir. O'nun yolundan ayrılma. Karşına ilmi benden daha etkili ve faydalı olan insanlar çıkacak. Kimi senin kapını çalacak, kiminin eşiğine sen varacaksın. Sakın ha onlar seni bırakmadan, sen onların peşini bırakmayasın. dedi, bunlar son sözleriydi. Ahmet bir şeyler söylemek istediyse de yutkundu, sanki dili tutuldu. Yaşlı gözlerle, öylece kala kaldı.
Reklam
Yesi, ilk Müslüman Türk devleti olan Karahanlı devletinin güzel, hızla gelişmekte olan sıcak bir şehriydi. Sanki Türkleri korumak için amansız dağlarla çevrilmiş olan bu şehir, bir gün Türk yurdu anlamına gelecek olan; Türkistan diye anılacak ve Öyle bilinecekti. Kışlarını soğuk ve yağışlı, yazlarını sıcak ve kuru yaşayan bu kentte tam bir karasal iklim hâkimdi. Şehir ve Ahmet bu iklimin yaz mevsimini yaşıyorlardı.
"Birbirinizi sevin. Sevginizi gizlemeyin... Sevinçlerinizi de hüzünlerinizi de paylaşın.Dedikodu illetine bulaşmayın. Birbirinizin arkasından konuşmayın. Kibirlenmeyin. Kibirden uzak durun. Kibir insanın kurdudur. İnsanı içten içe yer, çürütür ve yok eder.
Ahmet, bugün Kazakistan'a ait olan topraklarda, Çimkent şehri sınırları içinde bulunan Sayram bölgesinde, adeta bir eğitim yuvasının içine doğdu. Çünkü babası ve annesi o çağın şartlarını zorlayan başarılı bir eğitim sürecinden geçmişlerdi. Babası Şeyh İbrahim, aldığı eğitimle yetinmemiş; kentin ileri gelen, tanınmış, başarılı öğretmenlerinden biri olmuştu. Çocuklarının da iyi bir eğitim ve öğretimden geçmesini arzulayan, ileri görüşlü, aydın bir eğitimciydi.
Birden Peygamberimizin miraç olayını hatırladı. O, Cihan Güneşi, miraca çıkmadan evvel fakir, garip, öksüz ve yetimleri ziyaret ederek, onların ihtiyaçlarını gidermişti. O, böylelikle miraca ermişti. Hoca Ahmet, dün gece ağlayarak birbirlerine sarıldık lan yetim ve muhtaç çocuğu anımsadı. Bir kez daha şükretti, Allah'a. O çocuğu kendisine göndererek, kendi miracına, yani ilimde yükselişine vesile kıldığı için. Bir daha gördü ki her şey, Cenab-ı Hakk'ın iradesiyle gerçekleşiyor ve her şeyin bir vakti ve saati var. Ve sabır, ne de güzel bir ilaç.
Reklam
Hoca Ahmet, insanların kalplerine açılan birçok kapı olduğunu biliyordu. O kapılardan biri kapalıysa ötekilerden biri mutlaka açıktır diye düşünüyor ve açık bulduğu o kapılardan, insanların gönlüne süzülerek fetih hareketini gerçekleştiriyordu. Öylesine içten gülümsüyor ve öylesine içten konuşuyordu ki, gönülden gelen bu gülümseme ve gönülden taşan bu konuşma tarzı, karşısındaki insanların da adeta gönlüne işliyordu. Öğrendikçe daha da tevazu sahibi biri oluyordu. Tıpkı içi doldukça eğilen bir buğday başağı gibi...
Çünkü o, her şeyin Cenab-ı Hak tarafından bir gaye ile yaratıldığının bilincindeydi. Ve her şeye yaratandan ötürü ilgili, sevgili ve saygılıydı.
Maalesef çocukluğunu doğru dürüst yaşama fırsatı bulamamıştı. Sanki yaşam onun dünyasındaki her şeyi, o, çabucak büyüsün diye ayarlıyordu. Ama o,hayatından asla şikâyetçi olmayan biriydi. Öğrenmek, bilmek dışında, hiçbir zaman daha fazlasını istemiyor, elindeki ile yetinmesini biliyordu. Yaşı ilerliyor, üzerinde taşıdığı olgunluğa, olgunluk ekleniyordu.
Arslan Baba: "Hiçbir zaman hırslı olma. Azimli ol, arzulu ol, ama istediğin şey, ne olursa olsun bu, sende hırsa, ihtirasa dönüşmesin. Hırsın, insanın gözünü kör, kulağını sağır ettiğini unutma. Makamın, mevkiinin peşine düşme, zaten hak ediyorsan, bir gün onlar senin ayağının dibine düşer. İşte o vakit onların üzerine çık ve halkına adeletle, hoşgörüyle hizmet et. Eğer ilim yolunda yürüyeceksen. Öğrendiğin, bildiğin şeylere göre amel et. Yani onlara göre yaşa ve onları bir yük gibi sırtında taşıma. Bildiklerini anlat, paylaş ki yükün hafiflesin ve senin gibi bilenlerin ve yaşayanların sayısı artsın, çoğalsın.Paranın çokluğu nasıl ki imtihansa, ilmin fazlalığı da imtihandır. İkisini de veren Cenab-ı Allah, onların dağıtılmasını, paylaşılmasını ve hayra dönüştürülmesini ister. Aksi takdirde verdiği gibi, onları almasını da bilir.
Sabır, metanet ve gayretle, her zorluğun üstesinden gelebilirlerdi. Ki, bu özellikler onlarda fazlasıyla mevcuttu.
31 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.