Biz duygularımızdan, televizyon izleyerek, sinemaya giderek, kitap okuyarak, içerek, reçeteli ya da reçetesiz ilaçlar kullanarak, egzersiz yaparak ve türlü başka eylemlerde bulunarak kaçarız.
Bir çocuğun yaşamının ilk iki yılında, çevredeki herkes onu yürümeye ve konuşmaya teşvik eder ve sonraki on sekiz yıl boyunca da herkes onu oturtmaya ve susturmaya çalışır.
Çoğumuz, sızdıran bir kabı dolduracak kadar sevgi talep eder dururuz. Dışsal bir kaynaktan her sevgi alıyormuş gibi göründüğümüzde, özellikle de başka bir insandan, sevginin kendi dışımızda bulunabileceği inancı daha da güçlenir. Bu yüzden sevgi ya da onay alma hissinin doğasına bir “sızıntı” vardır. Yaygın sızıntılar, sevgiyi kaybetme korkusunu, sevgisine ihtiyaç duyduğumuzu hissettiğimiz kişilere gücenmeyi ya da kızmayı ve doğamız gereği zaten olduğumuz sevgiyi görmemek gibi basit bir eylemi içeriyor.
“Diyelim ki yalnız olmaya direniyorsunuz, yani bir ilişkinizin olmamasına.
Bir ilişkiye sahip olmaya da direndiğinize garanti veririm.
Bu konunun her iki yanını da salıverin ve yaşamınızda neler oluyor izleyin.”
“Kendi duygusal iyiliğimizin gereksinimlerini karşılamak yerine, başkalarının bizimle ilgili beklentilerini karşılamaktan sorumlu olduk.
Bu noktayı çok güzel tanımlayan bir söylem var:
Bir çocuğun yaşamının ilk iki yılında, çevredeki herkes onu yürümeye ve konuşmaya teşvik eder ve sonraki on sekiz yıl boyunca da herkes onu oturtmaya ve susturmaya çalışır.”