İbn Sîrîn çok zengin idi. Ancak iflas edip bütün malını yitirdi.
Dostları ona "Zararın çok büyük” dediklerinde:
"Bu zararım, bir günahım sebebiyledir. Bu cezayı 40 yıldır bekliyordum" dedi.
"Suçun neydi?" diye sorduklarında
"Bir adama "Ey fakir" diyerek onu ayıplamıştım."
"Rüyanı kardeşlerine anlatma, yoksa sana bir tuzak kurarlar."
Derler ki : Efendisinin gördüğü rüyayı kendisininmiş gibi anlatan birisine ibn Sirin şöyle demiştir: "Bu köle rüyasına hiç benzemiyor!"
“Evliya Çelebi büyük bir heyecan içindedir; ağlayarak Peygamberimiz (s.a.v.)'in elini öper ve "Şefaat ya Rasulullah" diyecek yerde Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in heybetinden ve güzelliğinden dolayı dil sürçmesi olur "Seyahat yâ Resulallah!" der. Bu dil sürçmesi Resulullah (s.a.v.)'in çok hoşuna gitmiştir; tebessüm ederek: "Şefaat ettim, sıhhat ve selâmetle seyahat eyle! Fâtiha!" buyurur. İmdi, Sa’d b. Vakkas’ın nasihati üzere önce bizim sevgili İstanbul’umuzu yazmaya başla, yürü işin rast gele diyerek onu uğurlamıştır.”
“Derken bir rüzgâr çıkıp bu yaprakları İstanbul'a doğru çevirdi. Şehir iki denizin ve iki karanın birleştiği yerde iki masmavi firuze ile iki yemyeşil zümrüt arasına oturtulmuş pırıl pırıl bir elmas gibiydi. Sanki bütün dünyayı kuşatan geniş bir ülke gibi halkalanan bir yüzüğün kıymetli taşını andırıyordu İstanbul.”