İslâm felsefesi araştırmacısı. 12 Şubat 1960, Trabzon doğumlu. Trabzon Gazi Paşa İlkokulu (1973), Trabzon İmam Hatip Lisesi (1980), Atatürk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi (1986) mezunu. 1982’den itibaren Maçka müftülüğü (1982-86), Trabzon Sosyal Hizmetler il müdürlüğü (1986-88), Rize Çamlıhemşin müftülüğü (1989-1990) görevlerinde bulundu.
Araştırma görevlisi olarak göreve başladığı Atatürk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesinde doktorasını 1993’te “Farabi’de Metafizik Düşünce” konulu teziyle tamamladı. 2002’de “Farabi’de Bilgi Teorisi” takdim teziyle doçent oldu. Bu fakültede Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü İslâm Felsefesi Anabilim Dalı öğretim üyesi olarak çalışmalarını sürdürdü. Görev yaptığı fakültede İslam Felsefesi Anabilim Dalı başkanlığı, Fakülte Yönetim Kurulu üyeliği, Fakülte Kurulu üyeliği görevlerini yürüttü.
Telif ve çeviri makalelerini 1991 yılından itibaren Karçiçeği, Atatürk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, Felsefe Dünyası, Kalem ve Onur, Yunus, Türk Kültürü Araştırmaları, İslâmî Araştırmalar, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Din Bilimleri Akademik Araştırma dergileri ile Erzurum gazetesinde yayımlandı. Yeni Türk İslâm Ansiklopedisi ve Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi’ne maddeler yazdı. Uluslararası ve ulusal kongre ve sempozyumlara katıldı, ayrıca yurtiçinde ve yurtdışında pek çok konferans verdi.
ESERLERİ:
ARAŞTIRMA-İNCELEME: Sosyal ve Dini Açıdan Kimsesiz Çocuklara Yardım (1987), Fârâbî’de Metafizik Düşünce (2000), Fârâbî’de Bilgi Teorisi (2001).
ÇEVİRİ: Kitabu Fususu’l- Hikem (Muhammed b. Muhammed b. Uzluğ b. Tarhan el-Fârâbî’den, 2001).
Farâbi, diğer varlıkların bilinmesi ile Tanrı'nın bilinmesi ciddi farklılıkların olduğunu belirtmiştir. Bu konuda ciddi hareket noktası, "Öncelikle hak bilinirse batıl da bilinir. Fakat önce batıl bilinirse hak bilinmez. ilkesidir.
Bütün İslâm âleminin medar-ı iftiharı olan Fârâbîler, İbn Sînâlar, Gazaller, İbn Rüşdler gibi yüksek düşünceli
simaların milletimizin sınıf-ı uleması içinde nurlu dimağlarıyla arz-ı mevcudiyet edeceklerine eminim.
23.03.1923
Neleri ne derece bilebileceğimizin
üzerinde duran bilginin imkânı ve değeri konusunda, akla gelen sorulardan bazıları şunlardır.
-insan varlığı, nesneleri gerçekten bilebilir mi?
-Bilgimiz objeleri doğru olarak yansıtır mı?
-Doğruluk nedir, neye göre doğrudur, ölçüsü nedir?
-Bilgimiz doğru bir bilgi midir?
-Eğer bilgimiz doğru bir bilgi ise, bunun ölçütü nedir?
Bu sorular üzerinde düşünmek, "insan bilgisinin geçerli ya da kesin olup olmadığı meselesi” olmasından dolayı, bilginin imkânı ve değeri alanında mülahaza edilir.
Protagoras herkes için genel geçer bir bilginin olamayacağını belirtmiştir. Ona göre tüm bilgilerimiz duyumdan ileri gelir ve duyum da insandan insana değişir. Nitekim Protagoras "insan her şeyin ölçüsüdür fikriyle, gerçeğin herkese göre değişeceğini, herkes için geçerli doğru bir bilginin mümkün olamayacağını benimsemiştir. Duyularla elde edilen algıların, değişik ve sübjektif olduklarını ve dolayısıyla da eşyayı herkese başka başka gösterdiklerini belirtmiştir.