Celile Su, ilk elinize aldığınızda gerek sayfa sayısı gerek de yayınevi çok tanınmadığı için beklentinizin yüksek olmadığı bir kitap. Ama bir kez başladığınızda elinizde kalem olmadan, kalbinizin bir kısmını oraya bırakmadan okuyamayacağınız bir kitaba dönüşüyor. Kalemi elinize almak korkutmasın sizi. Altını çizmeseniz de duygular, yaşananlar öyle ağır geliyor ki yavaş yavaş, sindirerek okumak istiyorsunuz. Zaten öyle bir çırpıda okunmasını önereceğim bir kitap da değil. İçine girdikçe size hayatı gösterecek, sizi hayatla beraber yıpratacak bir kitap.
Bir kere karakterlerin bakış açıları çok güzel verilmiş. Aynı olayı birden fazla karakterden görüyorsun ama bu sizi sıkmıyor. Aksine insanların bakış açılarındaki farklılığa şaşırıyorsunuz. Bu kitapta haklı birisi yok, sadece farklı düşünceler var. Aslında kitabın yıktığı önyargılar da bu. Birbirimize yaklaşırken aramızdaki farklılığın haklılık ya da haksızlık davası olmadığını görebilmek. Başta kendimize hangi karakteri yakın hissettiysek onu haklı görürken bir anda herkesin haklı olduğunu görüyoruz. Kitabın sonuna doğru gelirken, yarım kalmış insanların çocuklarını da nasıl yarım bıraktığına şahit oluyoruz. İnsan umutsuzluğa gitmiyor değil. Ama insana bunu yapan, insanı bu hale getiren insanın kendi körlüğünden başka bir şey değil. Bunu görebilirsek, bu farkındalığa ulaşabilirsek değişiyor her şey aslında.
Ben kitabı kapatırken aklımda şu soru vardı: Bütün ölümler, kayıplar bizim gözlerimizi açmamız için.
Peki ya biz gözlerimizi, ölüm ya da kayıp kapımızı çalmadan öne açabilsek, acı olmadan da mutlu olabilir miyiz?
Yayınevini, yazar adını bilmediğiniz için geri kalmayın. Okuyun. Benim için 2020'nin en etkileyici kitabı oldu.