su yüzeyinde yüzen adalar gibiydi
alevden yaratılanın gözyaşları
ve yeryüzü erimeye başladı.
sıcak bilyelerle oynayan çocuklar bilincin
patikalarında yürümüş olanlardı.
öte bilincin şafağını seyrederek toprağa şiirler yazanlar ise eriyene dalarak
birer nehir oldular.
yalnızca bu şekilde anlaşılabilirlerdi.
ve anlaşıldılar.
buz sıvıyı damarlarına enjekte eden, öksüren
ve kara çamurlu balgam tüküren
yaşlı tanrılar tarafından.
ve şeytan yeraltını yarattı.
Sayfa 22 - okuduğum en muazzam şiirlerin arasına girebilirKitabı okudu
Yıldızlı bir örtü altında yanan bir sır gibi
gizlediğimiz yaralarımızdan akan gece ve kan.
Kara ve kızıl kanatlarıyla bir tepeden bir vadiye ve sonra bir vadiden bir tepeye uçan özgürlüğe imanlı bir kuştur anarşi dediğim.
Çıplak güneşte, nehirden su içmek gerek bize.
Çiçeği görme vakti şimdi.
Ömrünün en saydam belirsizliğinde,
sevişmeli doğada gökyüzü ile.
Tüm yapılar yıkılırken, höyükleri terk etmeli.
Çılgınca bir ateş içimizde, "öldük ve yaşıyoruz"
demeli.
Hoşça kalın tavanı yıldızsız yataklar, düşsüz uykular.
Çelik patlayacak, taş un ufak olacak. Ne kapı kalacak, ne pencere. Ve biz gidiyor olacağız sonsuz çayırlarda dalga dalga akarak, rüyanın ve neşenin esrik dilini öğrenmeye.
ANKA KUŞUNUN OLUŞUMU
Cennetten fırladım esrarengiz bir çılgın kuş olarak.
Yanarak doğudan doğan ve yanarak batıdan batan güneş gibi kendimi yok ediyorum ve var ediyorum.
Ateşi bilmek için ateş oluyorum.
Karanlığa savaş açıyorum; kendi cehaletime, değişmeye direnmeme, zaaflarıma duyduğum aşka.
Mükemmellik zor zanaat.
Tekrar tekrar yolumu kaybediyor ve buluyorum...
Yapılması gereken işlerin sonu yok.
Acımasız bir sonsuzluk bu, oluşumun sonu yok...
Seni yakan ateş benim, senin içinde yanan ateşim ben.
Yaşamak bin kere ölmektir; fakat ateş bir, sonsuzluk tektir.
(Mısır Ölüler Kitabından)