Bir kütüphane okuduğumuz ya da günün birinde okuyacağımız kitaplardan oluşmaz ille de, bunu açıkça belirtmek aslında çok iyi oldu. Okuyabiliriz dediğimiz kitaplardır bunlar. Ya da okuyabilirsek dediğimiz. Asla okumayacak olsak bile.
Yirmi-yirmi beş yıl önce bir gün, Hotel-de-Ville istasyonundan metroya indim. Peronda bir bank, bankın üstünde de bir adam vardı, yanma dört beş kitap koymuştu. Okuyordu. Metro vagonları birer birer geçip gitti. Kitaplarından başka bir şeyle ilgilenmeyen o adama baktım ve biraz oyalanmaya karar verdim. İlgimi çekmişti. Sonunda yanına gittim ve kısa bir sohbet geçti aramızda. Orada ne yaptığını sordum ona nazikçe. Her sabah sekiz buçukta gelip öğlen on ikiye kadar kaldığını söyledi. On ikide çıkar, bir saatliğine yemeğe gidermiş. Sonra yerine döner ve akşam altıya kadar bankında otururmuş. Konuşmasını, hiç unutmadığım şu kelimelerle bitirdi: "Okuyorum, hayatta bundan başka bir şey yapmadım hiç.”
Dünyada yazılmış ve yayımlanmış ne varsa bu bütünün gerçekten güzel, heyecan verici, unutulmaz diye aklımızda tuttuğumuz kısmını ya da sadece okunmaya değer eserler listesini düşünmeye çalışalım. Yüzde bir mi? Binde bir mi? Kitabı gözümüzde çok yüksek bir yere koyuyor, onu bile isteye kutsallaştırıyoruz. Fakat gerçekte, yakından bakacak olursak, kütüphanelerimizin insanı hayrette bırakan bir bölümü hiçbir yeteneği olmayan insanlar veya alıklar ya da takıntılı insanlar tarafından yazılmış kitaplardan oluşuyor. İskenderiye Kütüphanesinde bulunup da duman olup uçan iki yüz veya üç yüz bin tomar arasında, büyük ölçüde kara cehalet örnekleri vardı kesinkes.
Büyük İskender, sonuçları hesap edilemez bir karar almanın arifesindedir bir kez daha. Geleceği kesin olarak haber veren bir kadın var diye anlatmışlardır ona. Sanatını kendisine de öğretsin diye kadını çağırtır. Kadın büyük bir ateş yakılması ve çıkan dumandan, kitaptan okur gibi, geleceği okumak gerektiğini söyler. Ancak fatihi uyarır. Dumana dikkatle bakıp incelerken, ne olursa olsun bir timsahın sol gözünü aklının ucundan geçirmemelidir. Olsa olsa sağ gözünü düşünebilir icabın da, ama sol gözünü asla. Bunun üzerine İskender geleceği öğrenmekten vazgeçer. Neden? Çünkü sizi bir şeyi düşünmekten kaçınmaya zorladıklarında, o şeyden başkasını düşünemez olursunuz. Yasak mecburiyet doğurur. Timsahın o sol gözünü düşünmemek mümkün değildir hatta. Hayvanın gözü hafızanızı, zihninizi ele geçirmiştir.
Oldukça akıcı bir söyleyişiydi. Kitap boyun onlarca tanımadığım bilmediğim kitapların isimlerini okudum.
Bazen kütüphanemdeki şimdiye kadar okuyamadığım kitaplardan bazen ilgimi çeken kitapları almakta hep bir suçluluk duyuyordum. Ama bu kitap biraz daha suçluluk duygumu azalttı diyebilirim.
Yalnız işin garibi
Okumayı öğrenmekle neyi kaybettik? Tarihöncesindeki insanlar ya da yazısız halklar hangi bilme biçimlerine sahiptiler ki biz bunları geriye dönüşü olamayacak şekilde kaybettik?