Jean-Luc Godard (d. 3 Aralık 1930) Fransız ve İsviçreli film yönetmeni ve sinema eleştirmeni. Fransız Yeni Dalga Akımının en etkili üyelerinden birisi.
1930 yılında İsviçre kökenli Fransız orta sınıf bir ailenin çocuğu olarak Paris'te doğdu. Babası kendine ait bir kliniği olan bir doktor, annesi ise İsviçre'nin tanınmış bankacı ailelerinden birisinin kızıydı. II. Dünya Savaşı sırasında İsviçre'de yaşadı , 1940'ların sonuna doğru ailesi boşanınca Godard etnoloji (budunbilim) okumak için 1949 yılında Sorbonne Üniversitesine girdi. Bu zaman dilimi boyunca Cineclub ve Cinemateque e katıldı. Godard Yeni Dalga Akımı'nı alevlendiren insan olarak bilinen Andre Bazin ile burada tanıştı.
Televizyon bir ifade aracı değil. Bunun kanıtı da, ekranda gösterilenlerin aptalca oldukları ölçüde insanları büyülemesi, küçük iskemleleri üstüne tünemiş izleyicileri hipnotize etmesi.
Her öykü herkesindir, ve insanlar bütün öykülerde buluşabilirler. Öyle olmasa kimse kitap satın almaz, kimse sinemaya gitmez ve Şehrazat ağzını açar açmaz herkes kalkıp giderdi.
(Une femme est une femme)Filmin genel havasını Chaplin'in bir cümlesine dayandırdım: "Tragedya, yaşamın yakın plan çekimiyle filme alınması, komedya ise genel çekimidir," diyordu.
Sonra farkına vardım ki, insanın bir yerlerde de olması gerekiyor. Ya da insan zaten bir yerde, o yerin neresi olduğunu anlaması gerekiyor. Ama nerede olduğunu anlamak için, önce oraya gitmek gerek. Gorin'e rastladığım sırada ya da sözüm ona militanlık döneminde, bir yer bulduğumu sandım ve gördüm ki insanlar benden daha beter yersizler. Ben doğal olarak, hiçbir yerde olmayan bu insanlarla ilgileniyordum. J'accuse döneminde, Libe-radondan önce, hiçbir yerde olmayan insanların (örneğin öyküler yazan bir metro tipinin...) yazılarını bastırabilmek için birileriyle çekiştiğim çok oldu. Sonra, kendisi de bir yerlerde olma gereksinmesini duyan ve beni harekete geçiren Anne-Marie Mieville'e rastladım.
Seyirciler, onun bir filminin daha ilk planını gördüklerinde, Hitchcock filmine geldiklerini anlar. Ancak büyük ressamlarda rastlayabileceğimiz bir tabloyla karşılaşırız hemen ve bu tablolar zinciri birbirine eklene eklene sürüp gider. Bir çiçeğin çekimini yaptığında, ortaya başlı başına bir öykü çıkmıştır bile. İnsanlardan, size bir Hitchcock filmini anlatmalarını isteyecek olun; kendilerine çarpıcı gelen bir görüntüden söz edeceklerdir. Hatta görüntü bile değil, bir nesneyi anlatacaklardır. Ayakkabılar, kahve fincanı, bir bardak süt, şarap şişeleri. Bu kadarı bile en azından olağanüstü bir şeydir; birine Aşktan da Üstün’ü görüp görmediğini soruyorsunuz, o da sizi, "Şarap şişeleri olan film,” diye cevaplıyor. Tıpkı Cezanne için olduğu gibi. Cezanne'ın elmalarından, Hitchcock'un Aşktan da Üstün'ündeki şarap şişelerinden söz edildiği gibi söz edilir.
''Neden insanlar sürekli konuşmak zorunda? Belki de bu kadar çok konuşmamalı, hayatı sessizce yaşamalıyız. Ne kadar çok konuşursak, kelimeler de anlamlarını o kadar yitiriyor.''
_Sensiz yaşayamam.
_Hayır yaşayabilirsin.
_Evet ama yaşamak istemiyorum.
Filmi izleyen herkesin mutlaka aklında kalan replik budur. Sanırım filmin en etkileyici sahnesi de buydu.
Kitap filmin senaryosundan oluşturulmuş. Konusuna gelince yakışıklı mafyamız bir gece geçirdiği kızı aklından çıkaramaz ve peşinden gider. Ve bu hayatında yaptığı en büyük hata olur.
Daha fazla ne söylersem söyleyeyim spoiler olacağı için tavsiyem ya okumanız ya da bu efsaneyi izlemeniz yönünde. Ama siz yine de öncelikle okumayı seçin.
Keyifli okumalar.
Serseri AşıklarJean-Luc Godard · Nisan Yayınları · 19954 okunma